30 Aralık 2009 Çarşamba

~hava yolculukları


Mr Beekmeyer yeni yıla girerken gelecek 10 sene içinde herhangi bir gün, bir uçaktan atlamamızı söyledi.

Ve dünyanın herhangi bir yerinde,herhangi bir gün kaybolmamızı öğütledi.

-Şimdi çıkıp da sen bu adamın nesine bayılıyorsun diye sormayın.

Yeni yıl beni mora boya,böylece her haritada kaybolabilirim.

Yeni yıla fazla anlam yüklemeyin benekli kelebeklerim.Zamanda hangimiz neye göre ilerliyoruz ki.Aciz bir takvim yaprağına sığınmayın büyümek için.Zamanın sonsuz olmasından hangi aptal korkar.

Hem yılları icat etmeyin,hiç yaşlanmayalım.

Hepinize iyi yıllar.


27 Aralık 2009 Pazar

~i am he as you are he as you are me and we are all together

Mutlak nedensellikle,mutlak rastlantısallık aynı şey aslında.Başımıza gelenlerin çoğu rastgele dizilmiş bir avuç tesadüften başka bir şey değil.
Bazıları bu duruma büyük şans,bazıları talihsizlik,bazıları da kaderin cilvesi diyor.
Hayatla barışma zamanı.Zamanda ilerleyebilmek için değil,zamanın tadını çıkarabilmek için.Hem anı yakalamak için bu gerekli değil mi.Her an zamanın sonsuz bir parçası olmalı.
Size iyi tesadüflerle dolu bir hafta dilerim cicim.

14 Aralık 2009 Pazartesi

~3 sene,3 kişi ve 3 gün

Geçtim.
Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.Geçtim.
Hayatıma her gün yeni yönler vermeye niyetlenirken bu AFS işi sonunda oldu.
Nasıl hissedeceğimi bilmiyorum.Aslında gitmeyi gerçekten istiyorum.Ama sanki tüm bu olanlar gerçek değilmiş gibi.Sanki Lise 'den bir günde,coğrafya dersi sırasında kalemkutumda bir şeyler ararken,bezginik sayesinde kurduğum bir hayalin içinde gibiyim.En son aşamayı da kazandığımı ve gerçekten gideceğimi hayal ediyorum.
Bu şeyin gerçekleştiğine bir türlü tüm içtenliğimle inanamıyorum.
Ve düşünüyorum, aslında hayal ettiğiniz şeylerin gerçekleşmesi ne garip.
Son 3 senedir kafamda kurduklarım,3 kişilik sözlü sınav komisyonum ve 3 gün içinde eridi gitti.Ve bir türlü içimdeki kelebeklere hakim olamıyorum.
Sanki yarın sabahtan gidecek gibiyim.

12 Aralık 2009 Cumartesi

~uçur beni AFS

Yarın mülakat sınavım var.
İçimde küçük küçük adamlar dans ediyor.Ve hepsinin topukları çok sivri.Karnıma ince ince bastıklarında bıçak gibi kesiyor ve bütün kuş tüylerini kusup midem kasılıyor sanki.
Çok heyecanlıyım.Bunu o kadar uzun zamandır istiyordum ki.Ama hiç gelmeyen geleceğe güvenmiştim.Oysa yarın ne kadar yakın.Ve aklım daha karışık olamaz.
Sorularını bilmediğim cevaplar sorsalar,onlarla sohber etsem.
Uçur beni AFS.

5 Aralık 2009 Cumartesi

~örgülü saçların düğümü

Eski yazılarımı okuyorum bu ara.Neden bilmiyorum.Zamanda ilerlediğime kendimi inandırmak,günlerin üzerinden kırmızı ayakkabılarımla geçtiğimi hissetmekten hoşlanıyorum sanırım.Ki biliyorsunuz,aslında değişmeyen değişim mutlak kaldığından,hiç birimiz gerçekte gerçek adımlar atamıyoruz.
Ve sanırım tam da bu yüzden.Sanki 2 sene önce kafamı meşgul eden şeyler yine kafamda.Olaylar,kişiler,yerler,zamanlar değişse de.
Ve ben 17 yaşında birinin mantıksal bakış açısına sıkışmaya mahküm edilen,hala saçlarının iki yanını da ören,büyümeyen ama olgunlaşan bir çocuğum.
Çocuğum evet.Toplarımla oynuyorum.
Bütün bunlar çok fazla gibi.Ama senelerce sonra bile asla azalmayacak ki.The Hours'da Nicole Kidman ne diyordu,yaşamdan kaçarak huzur bulamazsın.Zaten bu kendini öldürme işi benim için fazla kolaya kaçmak gibi geliyor.
Hem zaten bir sorunum yok.Var mı?
Sorun ne?Sorun ne?Sorun ne?Sorun ne?Sorun ne?Sorun ne?Sorun ne?Sorun ne?Sorun ne?
Bir çocuk bilmecesi tüm bunlar.
Vesaire vesaire...

1 Aralık 2009 Salı

~çağrışım hastalığı böyle bir şey

Bu gün dersaneye yürürken dondurucu soğukta küçücük bir kız çocuğunun kırmızı puantiyeli eteğini görsem ve hayran kalsam aklıma yazacak bir çok şey gelirdi.Hatta her şey daha farklı olurdu.Daha farklı.
Ama olmadı,bazen olmaz ya.

Bu günlük şansınıza küsün canlarım.

29 Kasım 2009 Pazar

~kırmızı benekler gibi çoğaldılar

İçimde beni rahatsız eden şeyler var.Neden böyle huzursuzum bilmiyorum.
Aslında hep küçük şeyler.Ama kırmızı benkler gibi çoğlalıyorlar işte.Bir anda.İnsanların kendi kendilerine davranışlarımdan anlamsal çıkarımlar yapmalarından midem bulanıyor.Hiç bir şeyden bu kadar tiksinmiyorum.Ben bir şeyi istiyorsam zaten direk olarak söylerim.Neden davranışlarım dolaylı olarak konuşsun ki?Yengeç burcu olmanın lanetli bir etiketi bu sanırım.
Bir de insanlar aslında olmayan dolaylı hareketlerime mana bulunca çok zeki olduklarını sanıyor.Bense içten içe karşılarında gülüyorum.
İçten içe,dolaylı değil.
Dürüst olmanın parlak erdemlerinden bahsederken içimiz öyle çürümüş ki,içimize attıklarımızın hareketlerimize yansımasına izin veriyor,kalın çizgilerden ve net hareketlerden kaçıyoruz.
Bir resmin içinde küçük bir renk tomurcuğu olup,sonsuza kadar donmak istiyorum bazen.
Gerçekten.

27 Kasım 2009 Cuma

~parça-bütün ilişkisi

Babaannemin bir anda ölmesi hiç birimizin beklediği bir şey değildi.Bir anda oldu pat diye.Zaten insana hangi ölüm pat diye gelmez ki.
Ölüm hakkında bir şeyler biliyorum sanıyordum,yanılmışım.
Aslında ilk önce hiç bir şey hissetmiyorsunuz.Ama yüksek sesle ağlıyor insan.Bi de çok yüksek sesle bağırmak istiyor.Sanki yuttuğun bir şeyi çıkarmak ister gibi.karnının ortasına bir hayalet oturmuş gibi.Onu kovmak için çok şey yapıyorsun ama olmuyor hiç.
Bu benim ilk ölümüm.Ölüm.Aslında kolay yazılıyor.Daha önce bu kadar yakın durmamıştım hiç.Bir gün ölecekmişim gibi gelmiyor bana.Kimse bir gün ölecekmiş gibi gelmiyor.
Bomboş bir eve giriyorsun.Ve eşyaların hepsi tanıdık.Yüzükler...Sanki metali hala sıcak.Sanki biraz önce çıkardı biri onları.Dolaptaki çikolataları daha sonra yemek için sakladı,kıyamadı yemeye...Ve eşyalar sen ölsende asla kaybolmuyorlar.Başkalarının onlar artık.Bir vazo olarak gelse miydim diye düşünmeden edemiyorum ki.
Ve eşyalar her yerde.Odamın mor duvarlarına bakıyorum.Kitaplarıma.İçinde yaşadığımız kocaman eve bakıyorum.
Bir insan kalabalığının içindesin...Ne çok insan var.Hepsi sırayla sana aynı şeyi söylüyor.Ölüm de yaşamın bir parçası-oysa ben hep sonu sanıyordum,parçası değil.Bu sanki daha önce hiç bir yerde,hiç bir zaman duymadığınız bir cümle gibi geliyor.Ölüm de doğal bir olay,doğum gibi.Öyle olunca zaten anlamsız bulduğum doğum günü kutlamalarını düşünüyorum hep.Ne kutlanıyorsa o günlerde...
İnsan cenzelerde çok şey öğreniyor.
Salı sabahı her günkü gibi kalktım,duşa girdim,göbek deliğimin etrafına şeftali kokulu kremimi sürdüm,kelebekli yüzüğümü taktım,saçlarımı topladım.Her şey ne kadar normaldi.İnsana sanki farklı olacakmış gibi geliyor.
Bir kitapta,bütün randevuları iptal etse insan,işlerini bitirse,dünya avuçları yardımıyla durur mu diye soruyordu.Ben de arabada bunu düşündüm,sahiden durur mu.
Zaman,evrenin içinde okyansun bir damlası gibi sahiden de.
Babamın gözleri 3 gün sonra hala kızarık.Böyle günler nasıl gelip geçer bilmiyorum.
kafamdan bu kadar çok şeyin geçmesi mümkün mü.
Ölüm hakkında ne biliyorsunuz?
-Cevap vermeden bir daha düşünün.

16 Kasım 2009 Pazartesi

~mavinin her tonu güzel

Bazı insanlar,her zaman,her şeyin yanına yakışır.
Bu büyük bir şans.

9 Kasım 2009 Pazartesi

~kedi mektupları

Yapıcak ne çok şeyim var.Bir sürü x'li denklem,çevrem açı,merkez acı,biyoloji özetleri...Ve bir de araya elmalı turta yapmayı öğrenmeyi sıkıştırmalıyım.
Bütün bunları düşünüp,annemin çiçekli koltuğunda tembellik ederken,bir kedi gerçekten miyavlıyordu.Dışarda.
Oysa Angorada hiç kedi yoktur.Çünkü başı boş köpekler ve dolunayda buraya inen kurt adamlar onları yiyebilir.Kedi gibi asil ve zeki bir hayvan bunu akıl edebildiği için kedidir!
Ama o kadar yakın miyavlıyordu ki.Ne istiyordu bilmiyorum ama benim orada oturup,onu dinlediğimi ve bu yazıyı yazmaya niyetlendiğimi biliyordu.
Ne yazık ki,o kedinin gerçek olduğunu anlamak için kalkıp,pencereden bakmadım.Eğer baksam, o kedicik bu kadar özel olmazdı.Gerçi beni görmek istiyordu biliyorum.Bu hikayemizin sonu değil ki.
Bir gün seni bulacağım kedicik.Hey.

7 Kasım 2009 Cumartesi

~metaller ve sihirli şeyler

Yoruldum.
Sanki bir an için nefes almayı unutuyor,daha sonra yaşamsal bir refleks ile geri hatırlıyorum.Aşağı kata inip yemek yemeye bile üşeniyorum.Düşününce,yapmak için sabırsızlandığım hiç bir şey yok.Ama bu umutsuz olduğumdan,her şeyi daha melankolik bir çerçeveden bakmak istediğim için değil.Yorgunluktan.
Sanki seksen yaşına geldim ama içimdeki kelebekler hala canlı ve arada sırada uçarlarken karnıma çarpıp midemde yere düşünyorlar.
Odamı seviyorum ve çoğu zaman içinden çıkmak istemiyorum.Ama evin geri kalan kısmından nefret ediyorum.Her şey buraya çok uzak ve bu,ister istemez özgürlüğünüz bir kısmını elinizden alıyor.Annemi seviyorum ama bir türlü bizi buraya sürüklediği için affedemiyorum.İlk haftalar güzeldi.Ama şimdi şehrin ışılarından gözümü alamıyorum.Basit şeylerden hoşlandığımı biliyorum ama basit şeyleri karıştırmak beni daha çok heycanlandırıyor.Ben kalabalığı değil ama kalabalığın bana hissettirdiklerini seviyorum.Birinin elime vurması sanki bana yaşadığımı hatırlatıyor.Bir şeyi sevmeseniz de ondan uzaklaşmak istememeniz ne garip.Şehri sevmediğimi düşünürdüm ama kalabalığı,hareketi,trafik ışıklarını her şeyi,hepsini özlüyorum.Çok özlüyorum.Zaten kalabalık olmasa yalnızlığın nesinden, nasıl keyif alıcaz ki?
Odamın mor duvarlarına baktıkça yeni bir renk icat etme azmi beni daha çok ele geçiriyor.Kafamda bunları kurarken uyakalıyorum.Sonra tekrar uyanıyorum.Ve Belle&Sebastian dinliyorum.Küçücük metal bir kutucuktan böyle seslerin çıkması ne garip.Hem de ne zaman istersem,ne kadar istersem!Ne kadar sevgi dolu ve itaatkar bu şeyler.Bu ne garip bir keyif.Tüm dünyayı odamda uyuyarak kontrol ediyor hatta uyumlu bir şekilde ileriye taşıyorum.
Bu garip bir tür sihir olmalı.

6 Kasım 2009 Cuma

~bir sınava tatlı bir kostüm giydirmek

Bu AFS işi hep kafamdaydı,evet.
Ama nedensiz bir şekilde hep vazgeçeceğimi ya da nedensiz olarak son sene de bu işin arada kaybolacağını,ya da belki çok başka şeyler yüzünden burada kalmak isteyeceğimi düşünürdüm.
Oysa şimdi sınavım yarın!
Senlerdir kafanızda kurduğunuz bir şeyin yarın sabah gerçekleşeceğini ve bir daha bu konuda hiç düşünmeyeceğinizi düşünün.
Bu şey oluyor!
İnsanın hayallerinin gerçek olması ne garip.
Belki giderim,belki gitmem.
-Fakat güç tam burada.Tam içimde.
Bu sınavın kanatları var!

3 Kasım 2009 Salı

~ben üç nokta kullanmam aslında

Gerçekten.
Kullanacağım varsa da onun yerine iki tane nokta kullanırım.Çok konuşmama rağmen,noktaları çok uzatmam.
Fakat,bu aralar bir değil,iki değil tam üç nokta koymaya başladım cümlelerin sonuna.Bir garip hissediyorum.Nokta eşittir kararsızlık ise anlıyoruz ki:
İçimdeki kararsızlık ağacı taşıp,dallarını parmak uçlarımdan yazılarıma, hatta ses tellerimden sesime kadar ulaştı.
Üç nokta koyabileceğiniz şeyler vardır.Örneğin;
-Karşında ne var? -Çiçek satan çingenler...
Bİr de koyamayacaklarınız var.
-Neredesin? -Geliyorum...
İşte buradaki sinir bozucu.Bir şeye karar vermişken ve hatta onu uygularken,denizin sen yutmasına ve kararsızlık canavarının dolunayda karşına çıkmasına izin vermek bu.
Biliyorum,anlatamıyorum.
Karar vermişken bile ondan emin olmamaktan bahsediyorum.İnsan hem karar verip,hem de kararsız olur mu?
Aslında evet olur.
Aslında tüm yapığımız bu.Emin olmadan karar vermiş gibi davranmak.-tabi bu sağlıklı mı,değil mi, bilmiyorum-ama insanca.Çok insanca hem de.
Karar vermemk,kararsız kalmak birer kelime.
Bırakın ihtimaller peşinize düşmekten hiç bıkmasın.Ona açık bir kapı bırakın.Karar vermeyin.
Üç noktadan korkmayın o kadar.Hem benekli şeyler sevilmez mi.
Ne kadar çok benek(nokta),o kadar çok eğlence.

26 Ekim 2009 Pazartesi

~bay yelkovanın yeni maceraları

Blog saatim neden bozuk.
Hem düzeltmenin bir yolunu bulamıyorum.
Bay Yelkovan dalga geçmenin yolunu buldu yine.
İlahi,siz yok musunuz siz...

(kalp)

Hiç birine gün geçtikçe daha çok ve daha çok hayran oldunuz mu.
yaşasınYaseminMori.

24 Ekim 2009 Cumartesi

~angoranın öfkeli çatıcıkları

Angoranın tüm bu öfkeli rüzgar sesi benim suçum.Sanırım 'doğa ana' olma yolunda hızla ilerliyorum.
---
Bütün gün hangi şarkının size daha iyi gideceğini,durumunuza uyacağını,sihirli nota tozlarının o gün için saçlarındaki hangi kafatası özü ve duygu baloncuğuyla uyuşacağınızı ararsınız ya,ben az önce bugün için o şarkıyı buldum.
Patti Smithe sonsuz sevgiler.
Ama hangi şarkı olduğunu yazmak tehlikeli.Beni bir anda çözüverin istemiyorum.

23 Ekim 2009 Cuma

~okulsuz günler tehlikelidir

O Zen kitabını okurken, ''olayların ve yaşantıların birbirini tekrarlaması''yle ilgili bir bölüm vardı.Çok iyi hatırlıyorum.
İnsan sinirli ve huzursuzken hiç uyanmamalı.

21 Ekim 2009 Çarşamba

~yazılarıma başlık bulmanın yeni bir yolunu bulmalıyım

Okula gitmediğim şu günlerde aslında çok da bişi yapmıyorum.
Aslında sadece kareli battaniyeme sarılıp uyumayı diliyorum.İnsan yorgunken nasıl uyuyamaz.Yorgunluktan uyuyamamak diye bir şey var biliyor musunuz?
Başım sürekli ağrıdığı ve dödüğü için, duyu ve algılarımda sancılardan sıyrılıp ancak daha sonra hedefe kitlenebildiği için beynimi yavaşlıyor hissediyorum.
Işık tanecikleri,algı ipçiklerimi aydınlata kadar,eşya parçacıkları kendi renklerini kırmızı noktaların arasında belirginleştirip,baş ağrımdan kurtulmaya ve görme sinirlerime ulaşmaya,kendini belli etmeye çalışıyor.Bu görsel yolculuk çok yavaş.Bu nedenle adımlarını teker teker sayabiliyorum.
Oysa her zaman gördüklerimden ya da her zaman bedenimin yaptığı şeylerden hiç de farklı bir şey değil bu.
Yani aslında bir şeyleri görememek değil garip olan.Bir şeyler görmek.Mucizevi bir süreç bu.
Hatta beynime kodladığım seslerin,gördüğüm harflere dönüşmesi,ve harflerin sözcüklere,cümlelere dönüşerek anlamlanması,bütünleşmesi ve beni düşündürmesi, yani okumak eylemi tamamen mucizevi.Onlar yalnızca küçük insan icadı harfler.
Bilmediğim ne çok şey var.
Bunu farketmek için başımın dönmesi gerekiyor sanırım.

18 Ekim 2009 Pazar

~bum

Daha önce bir şeyler yazmak zor gelmezdi.İlk defa izlendiğim kaygısına kapılıyorum.
Aslında büyük bir değişim içindeyim.Çoğu zaman nefes alamıyorum.Ama bunları bilmeniz gerekmiyor elbette.
Boş sözcüklerin içimi gıdıklması ve tuşların sesi beni bunları yazmaya iten.Tam şu anda sayfayı kapatabilirsiniz.İnanın sizi sıkmak,kafanızı meşgul etmek en son istediğim şey.
Hatta beni tanımayın istiyorum.
Benimle tanıştığınızı unutun istiyorum.

5 Ekim 2009 Pazartesi

~boş vakitli çalkantı

Nihayet gece oldu.
Bu gün hep şikayetçi olduğum koşuşturmacanın arasından sıyrılıp evet geldim.Ve çok boş vaktim vardı.İlk kez beni güneş ışığı çok rahatsız etti.Hemen-hemen-gece olsun istedim.
Aslında yazacak hiç bir şeyim yok.
Kendimi iyi hissetmiyorum diyemem.
Aklımı kurcalayan ne bilmiyorum.
Bazen çok uzak hissediyorum.Gerçekten uzak.Ve gerçekten huzurlu.Ama bu bazen beni daha çok yoruyor.Bazı şeyleri başkaları nasıl yapıyorsa öyle yapmayı denemeliyim gibi geliyor.
Bazen insanların göz bebeklerinden nefret ediyorum.Bazen tüm bu şeye nasıl katlanıyorum bilmiyorum.
Bazen çok sevmek,daha çok sevmek istiyorum.
Ve aklımdan uzaklaştıkça,ruhumun çalkantısı beni emiyor gerçekten.
Sanırım çok kucaklaşmaya ihityacım var.
Ne zaman bu kadar yoruldum bilmiyorum.
Saatlerce oturup hava hakkında yazabilirim.Müzik dinlerken kalp atışlarımın nasıl ona uyduğunu yazabilirim.
Ve işte demek istediğim sadece bu.

3 Ekim 2009 Cumartesi

~bam

Buraya yazamayacağınız şeyler vardır.

19 Eylül 2009 Cumartesi

~i'm your ice cream man*

Tam şu anda yapmayı istediğim değil yapmayı istemediğim bir sürü şey var.
(bunu bilmek daha çok canınızı yakmaz mı)
Mesela bana nefes aldırmayan matematik ödevimi yakıp kaçmak istiyorum.Çok uzağa.Okyanusun ortasında bir yere.
Biliyorum bunu söyledikten sonra bir çok can sıkıcı insana benzediğimi düşüneceksiniz.Ama umrumda değil,içimden gelen bu.
Çok şey yazmak istiyorum.Çok şey.Okuduktan sonra bir şey anlamayacaksınız.Belki de o yüzden bu kafamın içindeki sesi klavye sesine ve ordan küçük harflerle ekranda yaratma çabam çok saçma.Bazen kendime gülüyorum.
Hissettiklerim için harfler bana yetmiyor.Belki bir gün kendime yeni bir alfabe oluştururum. Endişelenme Deborah,'bana gül bahçesi vaadetmediklerini' biliyorum.
Hah.Büyük laf.
Sanırım aklımı kaçırmaya başladım.Düşündüklerimi takip edemiyorum.
-
Daha çok var.Dolunayın çatıkatımın penresinden odama düşmesine daha 15 gün var.O zaman kadar fıskiye sesinin fotorafını çekmeyi öğrenmek istiyorum.
Kızılcık marmeladını çaya nasıl koyacağımı bulmak istiyorum.
-
*Tom Waits

8 Eylül 2009 Salı

~şey

Bütün rüzgarı içime çekmek istiyorum.Yoksa uçup gidicem.
Gözyaşlarım klavyemi ıslatıyor.

7 Eylül 2009 Pazartesi

~bi'şey

Canım konuşmak istemiyor.

6 Eylül 2009 Pazar

~gökkuşağından daha güzel

''Aşk bir milad demektir:Şayet aşktan önce ve aşktan sonra aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir.Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir.
O kadar değişmelisin ki,sen sen olmaktan çıkmalısın.''
-Elif Şafak,Aşk

4 Eylül 2009 Cuma

~geniş zamanın tuzağı

O vakit geldi..Hiç gelmez sanıyordum.Geniş zamanın tuzağı işte.
Ders kitaplarım çatı katımdaki küçücük üçgen penceremi kapamaya başladı.Sürekli çok para kazanan adamların hayatlarını dinlemek zorunda kalıyorum,lüks arabaların hayalini kurmaya sürükleniyorum.
Bunları istemiyorum ki.
Hep tetikte olmalıyım.
Bütün gün çimenlerin üzerinde yatmak ve bulutları izlemek istiyorum.Uyumayı bile unutabilirm öyle olsa...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

~içimdeki kütüphaneci

Çok yorgunum.
İnsan tatilde yorulur mu?
Hem mesela şunu düşündüm.Yanlış anlamayın.Ben tatile karşı değilim.Hatta mümkün olsa hiç bir gün çalışmasak.Ben diğer aptalların söylediği gibi öyle bir dünyada hiç sıkılmam,aksine çok eğlenirim.(Çünkü televizyonumu uçurumdan atmış olurum)Her neyse,Ttatili çok seviyoruz değil mi?Hep tatil olsun istiyoruz.1 gün bile bize iyi geliyor.Neden?
Bu çok garip değil mi?Demek ki çalıştığımız yerlerden, yaşadığımız hayattan ve içinde bulunduğumuz işlerden memnun değiliz.Bir ressam tatile girmeye can atar mı? Demek ki nefret ettiğimiz şeyleri bile bile yapıyoruz.
Ve bunun için öyle basitçe herkesi suçlayıp kenara çekilemem.Bu çok kolaya kaçmak olur.Kendini öldüren bir insanı onun yerine geçmeden anlayamassın değil mi?
Ben daha 10 dakika sonrasında çay mı,kahve mi içeceğime karar veremezken,bu sevimsiz yol ayrımına çok yakın bir zamanda giricem.Hatta belki geç kaldım ama erteleyebildiğim kadar erteliyorum.Başıma kötü bir şey geliceğine inanmıyorum.Nasıl olsa başka irademi şansa teslim ederek bir şeyler seçicem.Yani iyi tesadüflere inanıyorum.Bir şekilde nefes alırım ben.Kendimi kurtarırım!
Fakat umarım tatili seven insanlardan olmam.
Kendimi 10 yıl sonra bir yerde görmüyorum.Ne yapmak istiyorum bilmiyorum ama bir kitapçıda çalışıyor olsam mesela, tatile hiç gitmek istemem.Kütüphane de olabilir.Gerçi yeni kitaplara dokunmak başka bir şey.
Aslında bilgisayarımın başına bunları yazmak için oturmamıştım.Aslında bunları da hiç söylemek istemiyordum.Bir anda çıktılar.Aslında bunların bazılarına bazen katılmıyorum bile.
İçimde kaç kişi var biliyor musunuz?

6 Ağustos 2009 Perşembe

~adam fawer ve empati

I've learned that people will forget what you said, people will forget what you did, but people will never forget how you made them feel.
-Maya Angelou

~hapşurmanın dayanılmaz hafifliği

Büyükadadayım.
Malesef ısrarcı nezlem yüzünden odadan çıkamıyorum.Zaten denize girmeyi öyle çok sevmem.İzlemeyi severim.Balkonda otururup,hapşurup, kahve içiyorum çoğunlukla.Ve biliyor musunuz, bu bir çok şeyden daha iyi geliyor bana.
Bu gün balkonda oturmuş yeni,beyaz defterime(evet saman kağıtlı olan bitti) bir şeyler yazıyordum.
Sonra odayı temizlemek için içeriye bir adam girdi.İçeride bir şeyler yaptı.(Ne olduğunu tam bilmiyorum yazı yazıyordum işte)
Sonra balkona kahve lekeli bardağımı almak için girdi ve beni yazı yazarken gördü.
''Kolay gelsin,ders mi çalışıyorsun?''dedi.
----
Neden insanlar kağıt ve kalemi hep ders çalışmakla kodlar beynine.Bu çok sinir bozucu değil mi?Sadece denklem mi çözüyorlar kalemle?(ki örneğin ben o işi hiç yapamıyorum)
Kalem ve kağıt ne işe yarar?Evet, günün sorusu bu.Süreniz başladı.
Evet.
Yazı yazan sadece ben miyim?
Hapşurmak zorunda olduğunda insan kendini tutamaz ya,işte yazmak da öyle bir ihtiyaç değil mi?
Adam genç değildi.Hatta beyaz saçları vardı.
Yani bu televizyon anteninin ya da kırmızı kabloların suçu değil.Ben daha önceki nesilleri yazmaya daha alışık zannederdim.Belki de inanırdım.Bilmiyorum.Eski dönemleri hayal etmek güzel değil mi?Kendi yarattığınız boyama kitaplarını düşünün.
Yazmayan birinin iç sesi yok gibidir.Ne korkunç.
Hapşurmanın dayanılmaz hafifliği.
Hayran olmamak elde değil.
----
''Teşekkür ederim.Hayır sadece yazı yazıyordum.''
----
Siz insanlar hiç yazmaz mısınız?
Yazmayınca nereye saklanıyorsunuz peki?

3 Ağustos 2009 Pazartesi

~yolda olmanın faydaları

Döndüm.
Bu kısa tatil ve bu insanı gıdıklayan garip dalga bana iyi geldi sanırım.Zaten gökyüzü her yerde tanıdık(aynı olmasa da),yani aslında çoğu zaman sıkılmak imkansız.
Yer değiştirmek insana fiziksel ve sınırlı bir hareket gibi görünebilir.Ancak 'ayrılma' eylemini gücü gerçekleştiği anda saklı.Gitmek,gidebilmek ve sınırların dışına çıkmak,bu çevreden,bu insanlardan,bu düşüncelerden,yani bu şeylerden uzaklaşmak ve yenilerini görmek içlerine girmek ya da uzaktan izlemek baş döndürücü bir güç.O nedenle yola çıkmak,yolda olmak çok başka bir şey.

24 Temmuz 2009 Cuma

~noktasiz klavyeli yer

Evet,kendimi oyaliyorum.Bir seylerden kactigim yok.
Zaten 'orada olan orada kalmiyor'.Ama ne garip ki burada olanlar hep burada,uzakta,denizin otesinde kalacak.
Hem orasi ya da burasi ne farkeder?Insan ic sesinden kacabilr mi?-hem de ic sesi diger butun seslerden daha baskinsa!-
Uzakta olmanin hissini seviyorum.Ama tabi bu tatil uzun degil.Geri donucem bir kac gun sonra.Hem burada bile bazen oyle komik seyler karsima cikiyor ki kendi halime guluyorum.Birisi sanki ozellikle kafami mesgul etmek istiyor.Birisi beni uzaktan izleyip dalga geciyor.Ama sorun degil,onu kendi silahiyla avlayacagim bir gun.
Buradan kendime renkli kalemler aldim.Renkleri gormek,onlari yanimda tasimak beni rahatlatiyor.

11 Temmuz 2009 Cumartesi

~onyedi

Evet,doğum günlerine,yılbaşı kutlamalarına ya da para basmak için üretilen diğer günlere gerçekten inanmıyorum doğru.Aslında doğum günü kutlaması fikri hoş olabilirdi.Evrene gelmenin yıldönümü gibi...Ama insan zamanda ilerlediğini sanmak istediği için icat ediyor böyle şeyleri.Her şeyi sayılarla açıklıyoruz ya.Ne aç gözlü şu sayılar.
Bunları bilsem de demek ki televizyon o kadar derinlerde bir yere bazı tohumlar atmış ki, insan kendi doğum gününde bir şeyler yazmaya mecbur hissediyor kendini.
Ayrıca itiraf ediyorum, birilerinin arayıp kutlaması insana iyi de geliyor.Hem doğum gününün insana verdiği garip ve görünmez sadece hissedilebilir bir gücü var.Sanki o gün ne yapsam herkes beni affedecek gibi.Dün Tunalıda yürüyordum.Bir anda koşup bütün vitrinleri kırsam insanlar önce şaşıracak, ancak daha sonra doğum günüm olduğunu öğrendiklerinde hafifçe gülümseyip yollarına devam edeceklermiş gibi geldi.Garip evet.
Kendimi daha farklı hissetmiyorum.Tabi değişimin her türlüsü güzel.Bu da sıradan bir gün işte.Zaten hepsi birer sayı.
Ama sanırım onyedi kötü bir sayı değil.En azından onaltıyla aynı uzunlukta,her ikisi de altı rakam.Hem bir eksik,bir fazla ne farkeder değil mi?
Neler hissediyorum,neler öğrendim ve neler yaptım bunları hemen hatırlayamıyor insan.Bendekilerin çoğu anlık.Hem ihtiyacım olduğunda hemen orda deneyimlerim aklıma geliveriyor.Yeterince yardım alıyorum.
William Shedd diye zeki bir adam şey demiş,
"A ship is safe in harbor... But that's not what ships are for''
Sanırım dersimi aldım.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

~detaylar ve diğer açıklanamayan şeyler

Bugün buz gibi soğuk bir bardak akşamüstü tam boynumda,ses tellerimin oraya bir yere değdi.Büyüleyici bir andı.
Aslında yazacağım daha çok şey vardı.
Ama unuttum.
Yok,yok kağıt kalem lazım bana.

~muggle hassasiyeti

Biliyorum, uzun zamandır yazmıyorum.Yazmayı bırakmış falan değilm.Sadece bu ara küçük, siyah,saman sayfalı defterime daha çok vakit ayırıyorum.Bu ara el yazımı sık sık görmek ve sadece kendimle konuşmak hatta şarkı söylemek bana daha iyi geliyor.
Bu akşam defterimi şehirdeki evimizde unuttuğum için yeni odamdan bir şeyler yazmak iyi olur diye düşündüm.Tabi buraya yazabileceklerimin bir sınırı var.O kadar da yakınımda olmanızı istemem.
Aslında insanın hayatındaki değişiklikler-ne kadar büyük olursa olsun- onu yalnızca bir kaç gün oyalayabiliyor.Tabi bu kötü bir şey değil.Bizim kaçtıklarımızı bilinçaltı bir şekilde zihnin bulanık suyunda balık tutar bir anda yakalıyor.Sanki içimde hem kendimi kandırmaya hem de gerçekleri gözüme sokan iki farklı kişi var.
Ve ayrıca taşınmak insan hayatında büyük bir değişiklik değil ki.Somut bir hareket.Sabahları okula gitmek için de hareket ediyorum.Ama hayır,soyut değişimlerden korktuğundan basit ve zavallı somut şeylerle kafasını meşgul ve kendini teselli etmeli insan.Bu bir tür 'hissetmek istememe' hastalığı sanırım.Bir gün tüm o insanları, o çok korktukları 'açıklanamayan şeyler' ve 'soyut değişim' kavanozunun içine koyup kapatıcam,nelerden korkmaları gerektiğini bir daha düşünsünler diye.
Böyle şeyler yazarken ''onlar'' zamirini kullanmak hoşuma gidiyor.
Her neyse Angorada akşamları yürüyüş yapmayı sevdim.Gerçi etrafta, saat erkense, spor yapmak için yirmi adım yürüyüp, ay ışığını kaçıran insanlar oluyor.Böyle olduğunu bilmek oldukça can sıkıcı.Ki ben gökyüzüne hayranım,bu ona yapılan bir ihanet gibi geliyor..Bir gün yalnızca benim kullanabileceğim bir gökyüzü falan satın alıcam şeytandan, ruhumu satıp.
Ayrıca yürürken etraf o kadar sessiz ki.Gerçi sürekli müzik dinliyorum.Diğer insanlar bir şey duymuyor tabi.Bu yeni bir şey değil ki.Harry Potter ın 3. filminde şöyle bi diyalog vardı.
-Peki ya Mugglelar?Onlar bizi göremiyor mu?
-Mugglelar mı?Onlar hiç bir şey görmez.Ancak kollarına çatal batırırsan hissedeler!
Yürürken Angorayla ilgili şunu da sevdiğimi farkettim.Artık biraz daha deneyimli olduğumdan yürürken evleri tanıyorum.Zaten bütün evler birbirine benziyor.Ancak ne zaman istesem farklı ve hiç tanımadığım bir sokağa dönebilme gücüne sahibim.Ve ordaki evler de daha önce gördüklerime benziyor olucak.Fakat aynısı değil...Sanki hem kaybolmuşum, hem de tanıdık yerlere ait bazı görüntüler görüyorum.Bu bana kedimle ilgili çok ipucu veriyor.
Zihnim yine çok karışık.Yine nasıl hissettiğime karar veremiyorum.Ve bu güzel çatı katı bile beni yatıştırmaktan ve sakinleştirmekten öteye gidemiyor.Böyle olması da hoşuma gidiyor aslında.Zihnimde kaybolmak istiyorum,bu beni eğlendiriyor ve ancak böyleyken kendim için iyi bir şeyler yaptığımı tüm kalbimle hissedebiliyorum.
Angoranın sokak adları çok karmaşık.İstediğim zaman kaybolabiliyorum ve bunu bile bile severek yürüyüşe çıkıyorum.Bi daha ki sefere yağmur bulutlarını da yakalayacağım.

26 Haziran 2009 Cuma

~eskimeyen şeyler..

''Kelebeklerle tanışmak istiyorsam,bir iki tırtıla katlanmayı öğrenmek zorundayım.Kelebekler de,yani tırtıllar da olmasa kiminle dostluk edeceğim ki?''*

*Antoine de Saint-Exupéry,Küçük Prens



20 Haziran 2009 Cumartesi

~aylak adam sendromu

Sanki etraf fazla kalabalık.Zihnimi, zihinyumağımı bir türlü toparlayamıyorum.Hepimizin sığındığı bahanelerden sıkıldım.Şamanları,hippileri düşünüyorum hep, hiç aklımdan çıkmıyorlar.
Şu an bi tarz 'aylak adam' sendromu içinde olabilirim.Bütün gün belirli bir amacım olmadan gezinmek ve öylesine etrafta takılmak istiyorum.Bütün sene girdiğim kan emici matematik derslerinden intikam alır gibi...Her şey yavaş aksın istiyorum.
Biliyorum bunu söylediğime 3 gün sonra pişman olacağım.Zamanın hızından şikayet...Ama biliyorum ki hızlı akması yavaş akmasından daha iyi.Hızlı olmasa nasıl değişebilirdik çabucak?İspanyol bi arkadaşıma tam da zamanın ne kadar hızlı ve huysuz olduğundan ukala bir tavırla şikayet ediyordum.O beni utandırdı.''Evet,ama böyle olmasını tercih ederim''dedi.
Bu yaz tekrar aşık olmak istiyorum.Biliyorum bana çok iyi gelecek.Aslında sadece bu yaz değil,her an, her gün, tekrar tekrar aşık olmak istiyorum,neler yapabileceğimi görebilmek ve kendi enerjimi yenileyebilmek için!

13 Haziran 2009 Cumartesi

~kutunun içinde olan kutunun içindeki diğer kutucuk

Evet,korkuyorum.Daha önce böyle hissetmemiştim.
Hem korkuyorum,hem de korkmuyorum.Kormak ve kormamak zihnimin içinde bir birlerinin içine karışan iki farklı renk gibi.
Anlayamıyorum dolayısıyla hiç anlatamıyorum.İnsanın kendine bir tek taraf seçmesi gerektiğini anlayamıyorum.Hem huzurlu olmak, hem de beni korkuyla titretecek en korkunç şeyleri yapmak istiyorum.Hem her şeyi yaşamak isteyip, hem de sessiz sakince bir köşede oturup her şeyi izleyeyim istiyorum.
Hayatım birbirini çemberin içinde takip eden enerji topları.Sıkılınca eğlenceli şeyler yapmak,eğlenceli şeyler yaparken yorulup sıkılmak istiyorum.Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum.Ama hepimiz bunu hissetmiyor muyuz?Beni kazana atmadan dürüstçe bir kez daha düşünün.Lütfen.
Hayatını sakince geçiren bundan bunalan,bu rutinden kaçmak için kocasını aldatan,aldatınca bu heyecana ve gerginliğe dayanamayıp huzuru özleyen ve kocasına geri dönen,ancak sakin hayatına tekrar devam edince huzursuzluğu özleyen ve böyle sürüp giden bir kadının öyküsünü hatta romanını yazmak istiyorum.Kate Chopin benimle gurur duyardı.

11 Haziran 2009 Perşembe

~görmezden gelmenin ruha zararları

Havanın ısrarla kapalı olduğu haziran günlerinden nefret ediyorum.Kış sanki yeterince uzun sürememiş gibi şimdi de yüzsüzce yazı işgal etmeye çalışıyor.
Bu aralar çok bir şey yapmıyorum.Evden çıkmayı hiç istemiyorum.OCnin soundtrack'i ve buzlu kahve bana sıkılmamam için yetiyor.Hem uzun süre boyunca bu durumun bozulmasını istemiyorum.
Aklım karışıkken, karışık olmadığını kabul edip,dinlemeden ve anlamaya çalışmadan,sırf pasif kalmamak ve kendimi önüme gelen fırsatları kaçırdığıma inandırarak istemediğim şeyleri de hatta istemediğim şeyleri bile yapmaya çalıştığımı farkettim.Neden kendi kendimi bu kadar sıkıntıya sokuyorum.Evet ne istediğimi bilmiyorum ama ne istemediğimi biliyorum.Öyleyse bu devam etmeye mahkum hissetme duygusu neden?
Kendimi tanıyamıyorum.Ne zaman bu kadar dağınık ve sorgulayamaz hale geldim.İç sesimi sanki hiç dinleyemiyorum.İşin komiği;ben iç sesimi kaybetmemek ve hiç bir şeyi kaçırmamak isterken bu şekle girdim.
Kaçtıklarım var.Beni hala rahatsız eden şeyler var.Bunları bile bile iyi hissediyormuş gibi yapmak beni korkunç derecede ve gizlice yıpratıyor.Görmezden gelmenin insan ruhu için ne kadar tehlikeli olduğunu sanki daha önce öğrenmemiş ve deneyimlememiştim.
Kendimi sanki bir şeylere aç,sürekli konuşan ve piyasada konuşulanlara ayak uydurmaya çalışan,ruhunu ve evrenin bir parçasını kaybetmiş saldırgan insanlar gibi hissediyorum!Neyse ki artık beni neyin huzursuz ettiğini biliyorum.Yönümü nasıl kaybettim bilmiyorum ama artık kaçmak yok.Ben ne zamandan beri bir şeylerden kaçar oldum.Artık eski halime dönme zamanım geldi.İstemediğim hiç bir leyi yapmak zorunda değilim.
J. P. Sartre'ı sanki hiç okumadım.Tam ve bütün bir özgürlük içindeyim.Seçimlerimin bahanesi olamaz.İstemediklerimin ve istediklerime göre yaptığım tam özgür seçimlerin, tam sorumluluğunu almak mutluluğuna ulaşmak benim için yeterli olacaktır.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

~mayısın gücü ve yeteneği

Çimlerin arasında ne zaman kendiliğinden açmış bi papatya görsem kendi kendime gülümsüyorum.Yazın gelmesi beni çok mutlu ediyor tabi ama her şeyi de yazın sırtına yükleyip,zarif ama zayıf papatyalardan çok şey beklemiyorum.
Bu ay kafam çok dağınıktı.Nedense konuşmaya ve yazmaya korktum.Aklımı karıştıran ve beni rahatsız eden şeyler hakkında konuşmazsam onların kötü enerjisinin beni rahat bırakacağı gibi delice bi fikire kapıldım.Böyle davranırsam daha unutkan olacağımı düşünmüştüm.Düz insan psikolojisi işte!Kendi kendimi kandırıyorum ve bu 4. günden itibaren hiç zevkli değil.Ama zekice.En azından bu 'görmezden gelme' gücü(güç diyorum çünkü inanın çok zor) ya da yeteneği işe yarayabilir.
Demek istediğim insan nasıl onu rahatsız eden olayları yaşanmamış kabul edebiliyorsa,hiç yaşamamış ama yaşamak istediği şeyleri de yaşamış gibi davranabilmeli!Davranmaması haksızlık olmaz mı?
Bana deli demeyin!Hala gerçekliği tartışıyoruz.Başka bir boyutta,başka bir evren katında başka şeyler deneyimleyebilir insan bu yöntemle.Bu yöntem mayısın bana fakettirdiği yeni bir yöntem.Bu yöntem mayıs gücü ve yeteneği.Sonuçta bizi mutluluk ya da hazza bir şekilde ulaştırıyor.
Bunu ben keşfettim diye kıskanmayın.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

~çok canavar

Umrumda olduğundan değil,ama bu hareketlilik beni arasıra rahatsız ediyor.İç sesi olan sadece ben değilim.
Kızdığımdan değil.Başkasının gözlerinden ve meraklı bakışlarından nefret ediyorum.Siz de seslerini duymuyor musunuz?Hiç susmuyorlar.
Başkasının da sesi,bakışları
başkasının da evreni
başkasının da,ötekinin de,diğerinin de ve hatta onun da iç kemiren canavarları var.
Hatta en çok onun.
Her an tetikte.

23 Nisan 2009 Perşembe

~evrenin eksik olduğu yanılgısı

Büyük hayallerin büyük ideallerin peşindeyiz hep.Neden hep bir şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz?Ya da bir şeyleri değiştirmek en büyük hayalimiz oluyor?
Oysa evrende her şey var.Her şey.Güneş,yapraklar,kalem.
Kavgalara gerek yok,eğer herkes kendi içindeki evreni keşfederse.Biz taşları atlaya atlaya koşarken yanlış şeylerle kafamızı meşgul ettiğimizi farkedemiyoruz.
İnsana en büyük zararı yine kendisi verirmiş ya,o hesap...

20 Nisan 2009 Pazartesi

~zehirli akrep,zehirli yelkovan

İstediklerimin bir anda istemediklerime dönüşmesi oyunundan sıkıldım.Dalga geçmenin bir sürü yolu varken neden hep can acıtıcı olanına rastlıyorum?
Ama bu sefer olasılıkları düşünmek gereksiz.Zaten sayılarla aram iyi bile değil ki.Ben kimin tarafını tutuyorum?
Yaşasın temiz hava!Milyarlarca insan her gün her an nefes alsa da gökyüzü hep mavi, temiz hava yine bir nefes uzakta.Ne büyüleyici!
Hareket yakında.
Yakınımda,
Yakınında.

14 Nisan 2009 Salı

~güneş çarpması

Saçlarımdan çilek kokusu gelince mutlu oluyorum.Hepsi o küçük şişenin işi.Yakalandınız bayım.Burada nelerin döndüğünü bilmediğimi sanmayın.
Evet az önce koku şişesiyle konuştum.Bazen eşyalarla konuşuyorum.Örneğin buz dolabıyla.(''Neden benden vişne suyu kutusunu saklıyosun?'')Eşyalarla konuşmak kendinizle konuşmak gibi.Saldırganlıktan uzak.Çünkü varmaya çalışabileceğiniz bir nokta yok.Olduğu gibi işte.
Kendimi uzun süreden beri ilk kez bu kadar iyi hissediyorum.Bütün gün çimlere uzanıp Supergrass dinlemek istiyorum.Hem güneş eskisi kadar çekingen değil.O da bizim gibi büyüdü!
O kadar uykum var ki,şu anda bu satırları yazarken zihnimdeki her küçük iplikçik darma dağınık ve kimliksiz bir kedi tarafından hep başka yerlere çekiştiriliyor.O yüzden bazen belli bir noktaya bakıp dalıyorum.Sonra güneşe bakıp gülüyorum.
Nihayet yaz geldi.Artık gidebilirim.Buna inanmaya ihtiyacım var.Yine de her şey bir anda değişebilir.
Evet evet doğru,benimle söyleyin:Her şey değişebilir.

6 Nisan 2009 Pazartesi

~sürüklenmeyi hiç bilmiyorsun anne!

Annem sürekli bana ne kadar rahat olduğumdan ve sözde zorunluluklarım aptal üçgenlerle 2 bilinmeyenli denklem sorularını çalışmadığımdan yakınıyor hep.Oysa ben kendimi rahat olarak görmüyorum.Demek istediğim,ben henüz bunun üstüne düşünmeyi bile istemiyorum.Bu rahatlık değil bana göre, henüz vaktin erken olduğunun hissi-güdüsü!Bimiyorum.Daha önce hiç bu yaşa gelmemiştim.Bu tek yaşamın bize verilen en büyük armağan olduğunu söylüyor tüm kutsal kitaplar,oysa bence daha çok hayat hakkımız olmaması haksızlık!Tüm evreni sürekli eskimekte olan bir beden ve yarım yamalak haftasonu tatilleriyle nasıl bir seferde deneyimler insan!Tamamen saçmalık!Tanrı varsa umarım bu isteğimi duyuyordur!
Planlar...İnanın bana bir planım falan yok.Hatta tüm kan emici matematik öğretmenlerinin,sıkıcı ebeveyn konuşmalarının ve cızırtılı mutfak radyosunun tüm sözlerine rağmen bundan rahatsız değilim!İnsan gibi dinamik,kumarbaz ve sürekli değişimin toz bulutu içersinde ufalanan bir canlıyı planların içine sokup onu bunun gerekliliğine inandırmak,ancak yine insan gibi uyuşuk ve hep kolaya kaçan bir canlının icadı olabilir.Başımıza ne gelmesinden korkuyoruz?Sürüklenebilmenin neresi kötü?
Bana kalırsa tek bir plana sıkıştırılmış basit hayatlarımız tek bir yola konsantre olmuş,tüm enerjisini bir noktaya kilitlemiş kör bir adamın zihninde hapsolmuştur.Bu yoğum konsantrasyonda insan hayatın ona getirdiklerini ve önüne sunduğu fırsatları nasıl görebilir!Sürüklenmek buysa,tavşan uykusundaki suni hayatlarımızdan daha iyidir diye düşünüyorum.
Ciddi planlara kimin ihtiyacı var evren bize hep daha yenisini sunarken?İnsan 29 sene sonrasının kararını şimdiden planlamaya nasıl hevesli olur?
Temiz havadan neden korkuyoruz?

27 Mart 2009 Cuma

~oldies but goldies(?)

Geçmeyen nezlem yüzüden kendimi eve kapattığım şu sıralar bilgisayarımdaki eski dosyalarımı temizlemek beni oyalayan tek şey sanki.Sürekli eski fotoraflar,yazılar,konuşmalar ve bi dolu karmakarışık dosya buluyorum.
Eski fotoraflara bakınca içime garip bi şekilde hafifletici ve ferah bir şeyler dökülüyor gibi hissettiğimi farkettim.Oysa sürekli kendimizi daha ileride bir yerlerde başka zaman dilimlerinde hayal ediyor ve onun için çalışıyoruz hep.Hep~
Gelecek ve geçmiş arasında nefes alamayan bedenlerimize şimdiyi yaşatmamak için direniyoruz.Fakat bunu bilinçli yaptığımızı zannetmiyorum.Tek sorunumuz geçmişi affedememiz.Biz ne kadar karşı çıksak da geçmiş geleceğin içinde.Davranışlarımız geride bırakamadığımız olayların ve hislerin görünmez örümcek ağlarıyla örtülü.Aynı ipler bizi oynatıyor.
Tüm bu karışıklığın ve huzursuzluğun ortasında ilerleyemediğimiz için geçmiş güzel günleri hatırlayarak geri gelmelerini diliyoruz.Oysa umut etmemiz gereken, yeni ve güzel günlerin çabukcak gelip bizi değiştirmesi olmalı.

23 Mart 2009 Pazartesi

~otobüste gülen kadın

Bugün karın son anda yağması ve içimdeki nezle ve üşengeç ağır ruhun tüm kandırma ve kışkırtmalarına rağmen okuldan sonra biraz tunalıda yürümeye ve film bakmaya karar verdim.Havanın nasıl bu kadar soğuk olduğunu hala anlayamıyorum.Sanki sokakta yürürken milyonlarca kardan adam beni sıkıştırıyordu.
Aslında planım eve yürümekti ama planımı bozup otobüse binmeye karar verdim.Zaten yapmak için çok heveslendiğim planlar hep bozulur.Bu nedenle kendi oyunumu kurdum.İstemediğim şeylerin gerçekleşmesi için çok hevesleniyorum.Böylece asla korktuğum gibi beni etkilemiyorlar! Otobüse binince ayakta durulan büyük penecereli orta kısma geçtim.Otobüslerde asla oturmam.Ayakta durup müzik dinlemek ve otobüsteki biri tarafından takip edildiğimi düşünüp insanları gözetlemek beni eğlendiriyor.Eğer bi yere oturursam insanlar onları gözetlediğimi farkedip rahatsız olabilir.Oysa ben profesyonel bi ajan gibi çalışmak istiyorum.Henry Miller da insanlar hakkında hikayeler uydurmayı severmiş.Sanırım onu anlayabiliyorum.
Bugün şansım yaver gitmedi.Otobüste izlemeye ve hikaye uydurmaya değicek kimse yoktu.Hem zaten komik çantamı gören ayaktaki herkes oturmaya karar verdi.Geniş camlı yerde tek başıma kaldım.Açıkçası dışarda kar yağıyodu ve bu yalnızlık bu günlük umrumda değildi.Çünkü kar taneleri çok hızlı düşüyordu.
İkinici Beatles şarkısını dinledikten sonra kendimi oyalayacak bişi aramak için güdülenmeme rağmen camın üstündeki beyaz tabaka içimi gıdıkladı.Hepimiz biliriz o tabakanın bizi araba yolculuklarında nasıl bir ressam olmak için kandırdığını!Biliriz değil mi!
İşte o zaman sözde yalnızlığımı avantaja çevirdim.Oyalanmak için insanlar ve onların uydurma hikayelerine ihtiyacım yoktu!Kimsenin benimle ayakta durmadığı o geniş uzun camlı orta kısmı kendime armağan ettim.Çiçek,kuş,bulutlar,yıldızlar ve daha bir sürü basit şekille bütün otobüse beni ayıplamaları ve uslu durmadığımı farketmeleri için yeterli süreyi verdim.Bana bakamayacak kadar gururluydu onlar.Çünkü kimse otobüs camına parmağıyla resimler çizmezdi.Barış işareti hiç çizmezdi.Bu insanların ciddi,yazısız ve paranoyak kurallar kitabını yere düşermek gibiydi.(ve açıkçası o kitabı hiç önemsemem)Kitaba göre otobüste,tanımadıkların arasında cama resim çizilmezdi.Tüm o ciddiyet ve sıradanlık arasında birkaç aptal çizim görmek somurtmaktan kırışmış yüzlerine ve hesap makinelerine yakışmazdı.Benim çizdiklerim basit bir çocuk resmiydi.Basit!Oysa birilerine göre hayat karma karışık seçimler,değerler ve zorunluluklarla doluydu.Bana bakmaya ve çizdiğim aptal şekillerle gülmeye cesaret edemeyen bütün o insanlar onlarla dalga geçtiğimi düşünüp beni gizli ama uyumlu bir şekilde kınadılar.Aslında arkamı dönmemiş ve hiç biriyle henüz göz göze gelmemiştim ama olanları biliyordum.
İniceğim yere gelmiştim.Kendimi gayet iyi hissediyordum.Benden sonrakiler için bir çizim bırakmıştım cama.Bu gizli bir örgütün şifresi gibiydi.Dışardan bakanlar anlayamazdı.
İnmek için arkamı döndüğümde bir kadın bana bakıp gülüyordu.Bu kurmaca örgüt gerçek olsaydı şifreyi anlayacağını düşündüm.Zaten anlamıştı da.Teşekkürler otobüsteki kadın!Sanırım hala hayatta olanlarımız var.
İndiğimde hala kar yağıyodu.Yokuşu koşarak çıktım.Kendimi mutlu ve hafif hissettim.İçimdeki nezle ve üşengeç ruh eriyip gitmişti.

13 Mart 2009 Cuma

~akrobat

Bu hafta çok yoruldum.Zevk almadığı ama yapmaya zorunda olduğu şeylere harcadığı enerji ve zaman kadar insanın canını acıtan hiçbir şey olamaz.O yüzden zorunlulukları zevk aldıklarına dönüştürmeli insan.Tabi bunun seçim hakkını elde etmek için daha 'zevksiz' yollardan geçmeli...Atalarımız sıkıntından patlamış olmalı.Bazen birinin bana hobilerimle uğraşmam için para ödediği mor baloncuklu,pamuk şekerden yapılmış bir dünya hayal ediyorum.
Tam bahar geldi diye erkenden neşelenmişken yağmur bulutları bizimle dalgasını geçti yine.Onlara kızamayız tabi.iyi oyundu.Son gülen iyi güler!Yağmuru sevmediğimden değil,sadece beton ormanların yanına iyi gitmiyor.Hem kışın uzaması sanki eskinin üstüne sinmesi gibi.Yazın daha mı çok eğleniyoruz,o yüzden mi bilmiyorum ama artık sıkıldım.Mont giymeden dışarıda gezinmenin,fotoraf çekebilmenin özgürlüğünü istiyorum.Kışın sonuna doğru üzerimdeki her şey ağırlaşıyor!
Az kaldı,akrobat çevikliğinde kurtulucam bu tatsız havadan.

2 Mart 2009 Pazartesi

~dadaist çaba

bugün farkettim!
beni incecik,kaygan
ve kararlı bir piyano sesi kadar
heyecanlandıran hiç bir şey yok!

dumanı rafa kaldırma zamanı.
bu kadar çok şeyi
nasıl hatırlar zihin?
daha çabuk öksürmeliyim
daha çok konuşmalıyım
dumanı rafa kaldırma zamanı!

zaman,
onun,bunun bunların
içinde yapış yapış.
hep bunların.

oysa ben
hiçbir
şey
istemiyorum.
istemiyorum.
düşünmüyorum.

daha çabuk yazmalıyım.
mide bulantımın tek ilacı.

1 Mart 2009 Pazar

~i'm back

Bir kaç günü farklı bir şehirde geçirmenin sihirli bir değnek etkisiyle bir anda her şeyi değiştireceğine masum masum kanıyor insan.Aslında gitmek sıkıcı da olabilir.Ama bu sefer bu küçük yolculuğun gerçekten zihnimi oyaladığını ve bana yardım ettiğini düşünüyorum.Oh!Sanırım şansım dönüyor.
Oysa o kadar çirkin bir şehirdi ki orası uzun zevksiz apartmanları, otoban soğukluğu ve puslu havasıyla!Anladım ki gitmenin varmakla ilgisi yokmuş.Sanki dünyanın en güzel şehriyle en kötü şehri arasında yanlızca bir kaç pazarlama cümlesi farkı olduğunu hissediyorum.Yolda olmak farklı bir deneyim.Gitmek, gitmek için olmalı.Uzakta,dinamik ve hafif!Jack Kerouac bunları farkettiğimi görse benimle gurur duyardı.Yeni yaz planlarına ve yeni bir sırt çantasına ihtiyacım var.Acilen.
Ne kadar kötü şehirler var!O ağır tatsız hava sanki hala vücudumda dolanıyor.İnsan öyle bir yerde nasıl yaşar?Nasıl rahatlar?Neyle uğraşır hiç bilmiyorum!Öyle kötü bir şehir ki orası insanı sanki dünya üzerinde değil de dağlardan yapılmış bir fanus içinde bambaşka bir evrende bambaşka bir gezegende yaşadığını hissettiriyor.Kaçış yok!Zihnim öyle bulanıktı ki demek ki bu sıkıntılı şehir bile bana ''yolda'' olmanın temiz havasını sundu.İnsan kışı bitirirken başka ne ister?




24 Şubat 2009 Salı

~''çok anlık diyorum, çok anlık oldu hepsi...''

Evet,bu sevimsiz şubat ayını biraz kaç tipsiz otoban şeridi ve belki biraz temiz hava-büyük nefes uzaklığında ve güvencesinde bitirmeye yaklaşırken aklıma dank etti.Bu kadar karışık olmasına gerek yok!Ne bu süslü sözler.Oh gidiyorum.
İnanın tüm demek istediğim bu!
Aslında çok daha fazlası var geldiği yerde!
Ama yoruldum.Bişey boğucak beni.Bilmiyorsunuz arkanızda.Orda sessizce yaklaşıyor.
Bahçe hortumu boğmuş adamı.Bulaşık makinesi kadının yüzüne temiz tabakları tükürmüş.Sanki ben söyleyene kadar bilmiyordunuz!İşte öyle benim huzursuzluğum.Hepinizin görmeyi unuttuğu şey!Reddettiği!Huzursuz ve nedensiz üzgün olmanın nesi kötü?
Eşyalar küçük toz taneleri gibi boğazımda.Yapışan bırakmayan acımasız beynin kodlamaları!
Hatırlatmaya-hatırlamaya bayılır zihin.En çok da ben üzülürken.
Tren raylarını görmeli insan!Nasıl rahatlar başka türlü?Sanki kendimi hep rahatsız ediyorum keyfim yerindeyken.Ne saçma sapan şeyler kuruyorum kafamda aslında.
Ama Sinem hanımın dediği gibi ''çok anlık diyorum,çok anlık oldu hepsi.''
Beni nasıl suçlayacaksınız?


23 Şubat 2009 Pazartesi

~hapşu

Hastayım ve evde ne yapıcağımı bilmeden dolaşıp portakal suyu içiyorum.Sabah dünyanın en kötü filmini izledim.Malesef onunla dalga geçmek bile beni yeterince oyalayamadı.
Karın yağmış olması beni çok mutlu ederdi.Ama şimdi bir sürü gereksiz şey hatırlatıyor bana.Sanki yeterince heyecanlanamıyorum artık.Oysa hiç gerek yoktu.Neden ben farkında olmadan beynim eşyaları,kişileri ya da olayları kodluyor?Neden kar'ı olduğu gibi hatırlayamıyorum?
Kendimi yastığımla boğabilirim.(hem de üstünde küçük sarı benekler olanla)Çok sıkıldım.Artık kendimi oyalayamıyorum sanki.Bir gün için okula gitmemek beni mutlu eder sanıyordum ama anladım ki okula gitmeyince okula gitmemenin bir anlamı yokmuş!Tıpkı tatilde tatile gitmenin insanı daha çok yorması gibi.Bilmiyorum!İnanın bilmiyorum.
Aslında keyfim yerinde.ama nedense bi yanım bugün hep telaşlı!Diken üstünde!Sanki bugün hayatımı kökünden ve tümüyle etkileyecek bir olay olucakmış gibi.Babam bir anda gelip Avustralyaya taşınacağımızı söylemek için kapıda bekliyor gibi.Şu anki hayatımı sevmiyor değilim ama bazen aynı şeyleri yapmaya ve aynı insanları görmeye kendimi çok kaptırıp ir şeyleri kaçırıcakmışım gibi hissediyorum.Tabii bunlar sadece birer his.Diğerleri gibi.Bazen aklıma o kadar çok şey o kadar hızlı geliyor ve geçiyor ki, anlattığım şeyin başını unutuyor ve tamamen farklı bir 'zihin yumağa' karışmaya başlamışım gibi geliyor.Baş dönmelerimin bir nedeni de bu!
Ne istediğimi bilmiyorum.Bundan sonrası ve hatta bundan öncesi için bile neyi dilediğimi hatırlayamıyorum.Sürüklenerek gitmek güzel.En azından huzurlu.(sanırım)Her anı bir karar olarak gören insanlar var.(Aslından onları ne kadar suçalayabilirim ki?)Acaba hedeflerimize ulaşmayı gerçekten istiyor muyuz?Tam da o noktaya varmayı!O noktaya ulaşmak,o eğleneceli arayış/ulaşma süresinin ve her şeyin sonu değil midir?Her şeyin sonu! Bunu size anlatamam.Ama belki Dostoyevski beni kurtarır:
''Saygıdeğer karıncalar yapı işine karınca yuvasıyla başlayıp hala öyle sürdürmele olumlu davranış adına büyük bir onur kazandırmışlarıdr.Gelgeç gönüllü,tutarsız bir yaratık olan insanoğlu ise,belki de satranç oyuncuları gibi hedefi değil,hedefe giden yolu sever.Kimbilir belki insanın yöneldiği tek hedef,hedefini elde etmek için harcadığı sürekli çabadır,başka bir deyişle yaşamın kendisidir.''bknz:Yeraltından Notlar
Eskiden beri kitap okumak beni garip hissettirir.Kötü anlamda değil.Okumayı çok severim.Ama sanki okuduklarım ölü adamların yıllar öncesinden bıraktıkları vasiyet gibi gelir.(Kitapçılar bu yüzden mezarlıklar gibi sessiz sanırım)Dostoyevski bunları yazarken benimle taşıcağını hiç bilmiyordu.Oysa ben şu an tam burada,ekranın önünde oturup, seneler önce yazdıklarını onunla ve herkesle tekarar paylaşıyorum. Demek istediğim ne inanılmaz!Ne garip bir tecrübe!
Solan çuha çiçeklerimin ardından kendime 2 küçük kaktüs fidesi aldım. Evet belki daha dayanıklılar ama onlarla yakınlaşmama asla izin vermiyorlar.2 gün de bir suluyorum o kadar.'Sana ihtiyacımız yok' diye şarkı söyleyebilirler bıraksam.

20 Şubat 2009 Cuma

~acceleration

Bu aralar zamanın çabuk geçebilme yeteneğine sahip olduğuna daha çok inanmaya başladım.Öyle kumarbaz ki,günün bitmesinin huzur mu yoksa yorgunluk mu getirdiğine karar veremiyorum.
Zihnim tam bi karnaval. Bir filmde hayatlarımızın ve davranışlarımızın ne kadar hassas ve birbiriyle iç içe olduğundan bahsediyodu kırmızı elbiseli kadın.Farkında olmadan kim bilir kaç kişiyi,hangi anı,hangi enerjiyi,boyutu,iletişimi etkiliyoruz?(Ve kaçınılmaz olarak etkileniyoruz tabii).Başımıza gelen şeyler yüzünden tepkisel davranışlarımızın esiri oluyoruz!Bu ruhun kendi özel savunma mekanizması oluşturmasının yeni yolu.Böylece ortada ben kalmıyorum!Öyle değil mi?Deneyimler ve anıların beni dolaylı yönden yönetiyor olması ne korkunç!Bir gün diğerinden ne kadar bağımsız olabilir?Yarın nasıl davranacağıma bugünden karar verebilmek iyi bir şey olmamalı!Olay unutma kabiliyetimizi pohpohlamak değil.Unutmak kendiliğinden olmalı.Her deneyim tabi ki farklı bir yolculuk, ama öğrendiklerimin beni değiştirmesini istemiyorum.Evet, ben her şeyi deneyimlemek ama hiç bir şey öğrenmemek istiyorum.
Şu an alabileceğim bir kararın önümüzdeki 67 yılı bile etkileyebilicek olması dehşete düşürücü.Bu karar alma fiilini kim icat etti bilmiyorum.Karar almanın özgürlükle ilgisi olduğunu söylüyor televizyon.Oysa mesela elma yemeye karar verince armut yeme özgürlüğünü kaybediyorum.Kim nasıl her şeyi bu hale getirebildi anlamıyorum.

17 Şubat 2009 Salı

~uykusuz,huzursuz ve bulanık

Bu aralar evde huzursuz huzursuz dolaşmakta olduğumu kimse anlayamasın diye kendimi odama kapatıp, klavyenin çıkardığı 'tık tık' sesiyle kafamı meşgul etmekte olduğumu farkettim az önce. (ki ben hep saman kağıt kokusu tercih etmişimdir). Neden bilmiyorum.. Aslında yazmak için duramadığım,aklımı kurcalayan ya da bugün birdenbire keşfedip heyecanlandığım hiçbir şey yoktu.Böyle yeni bir şeyi ne zaman farketsem kendi kendime gülümser, hatta zihnimin bir yerlerinde kendimi kutlamak için yeni bir renk icat ettiğimi düşünürüm. Bir hediye gibi yani.. Öylesine bir renk..Renkler konusunda eskiden beri çözemediğim bir saplantım var! Hepsinin mevcut olduğuna kendimi bir türlü inandırmak istemiyorum.
Örneğin geçen cumartesi yeni bir şey farkettiğimi/deneyimlediğimi sanıyorum.Eve geç geldim ve hemen yatıp uyumak istedim. Başım içtiğim bi kaç bira yüzünden dönüyordu. Yatağıma yattım ve hemen uyudum. tahminimce 15 dakika sonra koridordaki bir ses yüzünden uyandım. Gözlerimi açtığımda her yer karanlıktı. Sonra karşımda dolabımı gördüm. Orda olduğuna şaşırdım. Gerçekten ordaydı. Gözlerimi tekrar kapadım ve açtım. Hala orda duruyordu. Bir şeyi kanıtlamak istercesine daha hızlı bu yaptıklarımı tekrarlıyım durdum ve hala ordaydı. ne inanılmaz diye düşündüğümü hatırlıyorum. senelerdir orda duran basit ve sade dolabım... Sanki ilk kez bana kendini gösteriyordu. Oyun gibi yani... O daha güçlüydü ve kararlıydı ve bütündü ve havalıydı ve dürüsttü ve tam oradaydı! Onu ancak bu akşam tanıyabilmişim gibi hissettim. Sonra gülümsedim,daha sonra ne yaptığımı hatırlamıyorum...Bu bir yolculuktu. Eşyaların sihirli dünyasına tren yolculuğu gibi. Bir deneyim-nasıl denir ki-biriyle tanışmak gibiydi. Sanki onu daha önce hiç farketmemişim gibi...Hayran olma ya da şaşkınlık duygumu kaybettiğimi düşünmek bile midemi bulandırıyor. Bütün bunlara alışmak istemiyorum. Öte yandan ne istediğimi de bilmiyorum. Bence herkesin yanıldığı yer tam burası. Ne istemediğimizi bilmemiz,ne istediğimizi bilmemizi belirleyemez~O akşam ki muhtemelen Sartre ın 'Bulantı'sının bir etkisiydi. Sartre dan uzak duramıyor insan...
Bazen kafamın karışmasını bile seviyorum. Madam Bovarynin de dediği gibi sarsılmak beni eğlendiriyor bazen.
Fotoraf çekmeyi çok özledim. Özlediğim bir kaç şey daha var aslında. Neden yelkovana ayak uydurmakta zorlanıyorum hiç bilmiyorum. her şeye rağmen bu sevimsiz şubat ayında kafamı dağıtmak için bir kaç 'tık tık' sesi bulduğuma seviniyorum!