29 Mart 2010 Pazartesi

~wonderland,wanderland

Evet yapacak çok işim var.Ve kendi kendimi huzursuz etmek gibi müthiş bir yeteneğim var doğru.
Bazen tüm bunları bırakıp sadece merdivenlerden gelen ayak seslerine bakıp gelen kişinin kim olduğunu tahmin etmekten büyük keyif alıyorum.
Ya da senelerdir kola içmeme rağmen Greasedeki gibi dondurmalı,vişneli kola içmenin hayaliyle ayakta tutyorum kendimi midem bulansa da.
Ya da annemlerin Avustralya gittiği o nisan ayını,şehirdeki sık tablolu evimizde kendi kendime güldüğüm güzel,yalnız günleri özlüyorum.İnsan kalabalıktan tiksiniyor gerçekten.Hele Kızılay gibi,bir sürü amaçsız bedenin ruhlarının ırzına geçtiği saçma bir kalabalığa girmek yoruyor,köreltiyor solungaçlarımı.
Hem benim stresli olmamın öğütlendiği bir ay bu ay.Bezginliğim ikinci planda kalmalı.Öyleyse neden heyecanlı değilim ben.Bir yerlerde bir terslik olabilir; ama belki de yoktur.
Ocakta her gün vişne suyu içerdim.Şimdi o bile beni oyalamaya yetmiyor sanki.Yine de vişne suyunun berrak bordosuna hayranız elbette.Umarım öldüğüm gün saç tellerimden havaya yükleselecek ruhum da en az o kadar büyüleyici bir renkte olur.Ki iddia ediyorum benim ruhum küçük ama sık çiçek desenleriyle bezeli olacak.
Bu şehirden sıkıldım.Ve kalmak için bir nedenim var mı diye düşünmeden edemiyorum.Kendimi insanlara açıklamaktan yoruldum.Hele bir de değer verdiğim insanlara bu açıklamayı yapmak bu kadar zor oluyorsa bir şeyler sandığım gibi değildir demektir.Olsun.Böyle şeylere alıştım nasıl olsa.
Ve aslında bilseniz ben garip bir kız değilim o kadar da.Kendinizi benim yerime koyun bir kez,deneyin.
Ah burdan seslenince beni kimse duymuyor.Belki de o yüzden buralardan seslenmek işime geliyordur.Bazen biraz da karşımdakiler benim işim kolaylaştırsın istiyorum.Oysa kocaman egolarına benden daha çok değer veriyorlardır.
Gitmek diyordum ya,gitmek güzel olurdu.Böyle güneşin battığı ama ortalığın aydınlık olduğu bir yaz akşamı usulca gitmek isterdim bu şehirden.Lise anılarımı Tunalı Hilmiye gömüp,Seğmenler Parkında son bir kez Save Tonight'ı söyledikten sonra.Ankarayı neden sevmez insanlar.Ankara sözünde durur.
Arkamdan ağlayanlar asla kaybetmek istemeyeceklerim olurdu eminim.Onların gözyaşı da gerçek bir ayrılığı çağrıştırmadığından çok yaralamazdı beni.Bir şeylere alışmak ne garip.
Bazı insanlara verdiğim değerler, bazen bana dönmedi sanırım.Ama olsun hiç birimiz kolay şeyler yaşamıyoruz.kötü bir tesadüftür bazen bizi birbirimizden ayıran.Tüm bunları kaldırabilirim.Her zaman kaldırdım.Bu hayatı kaldırabilmenin bir yolu çünkü.Hem sevmek nesnesini değil,öznesini ilgilendiren bir eylem değil mi.Nesnesi bahanesidir demiş Özer Bal.
Bu geçen yılları düşünüyorum hep.Ve aklıma bir çok insanla,bir çok yerde,bir sürü fotoraf karesi geliyor.Güzel günler kötü günlere karşı.Ama kötü günler geçti artık.Demek ki iyi hatırlanabiliyor her şey.
Ağzımın iyi laf yaptığını söylerler.Oysa ben yazdıklarımı ben hariç kimsenin tamamen anlayabileceğini sanmıyorum.Öyle çok çağrışım var ki.Bazen ben bile unutuyorum.Bu kapalı anlatım hastalığı ve sembolizmden kurtulmalıyım sanırım.
Bir başka yerde,bir başkasıyla,bir başka zaman-hım.
Bakalım olacak mı?

18 Mart 2010 Perşembe

~gazeteci kız

Zamanın hzılı geçtiğine daha çok inandığım bu günlerde,ki zamanın geçmediği günler oldu gerçekten,kendimi odama kapayım müzik bile dinleyemediğim ergenlik dönemlerimi hatırladıkça yaşamadığım hiç bir şeyin boşu boşuna olmadığını anlıyorum.
Ben aslında hiç bir zaman çevremde çok insan olmasını istemedim.Hatta sekizinci sınıfta odamda tek başıma kendim gibi birilerini bulamadığım ve hayatımın sonuna kadar yanlız kalacağım düşüncesiyle bağıra bağıra ağladığım günleri hatırlıyorum.
Ama daha sonra evren bana çok güzel günler,çok sevdiğim insanlar yolladı şeffaf hediye paketleri içinde. Fark edemediğim şeyleri görmüştüm. Ve beni aslında en çok üzen şeyler beni incecik hayatlet solungaçlarıyla başka insanların hayatına bağladı. Ve bu bağdan gerçekten çok memnunum.
İnsanları olduğu gibi kabul etmek göründüğü kadar basit değil aslında.Ama olsun bir yerlerden başlıyor öğrenmeye insan.Ve bunun hediyesiydi aslında bunca güzel şeyi en sevdiğim insanlarla yaşamak.
Şimdi düşünüce-biliyorum bu yaşta birisi için bunları söylemek erken ama kendinden emin ve şüphesiz bir ses tonuna sahip bunları düşünürken zihnim-en güzel anılarımı hep en çok istediğim insanlarla yaşadım ben.Bu bazen deniz kenarındaki bir eve gelip güneşi selamlamak oldu,bazen de bir kalorifer peteğine yaslanıp sabaha kadar sohber etmek,ya da kalp çarpınıtlarımın ağzımdan fışkırdığı bir akşam.Ama güzel günler geçirdik ben,biz.
Her an birilerinin doğduğu,öldüğü,bir şeyler yaptığı böyle bir dünyaya her gün uyanmak bize değişimlerin kaçınılmaz olduğunu öğretiyor elbette.Ama biliyor musunuz,bazen düşünyorum,bazen hiç değişmiyor bazı şeyler.Örneğin benim ilk aşkım hala aynı kişi,ya da güzel bir akşamı hatırlatan silinidr bir yastık duruyor dolabımda.Bir gün annem sorarsa nsıl açıklama yapıcam bilmiyorum,ama o hala orda değişmiyor hiç.
Ve o güzel günler de değişmeyecek hiç kalacak öyle hep.Ve o özel insanlar benim ruhuma bir gökkuşağı mesajı kadar yakınlar aslında.Ve onlar değişmeyecek.
Biliyorum.Nasıl böyle eminsin diye sormayın.Biliyorum işte.Ve onlar da biliyor bunu.Onlarında zihninde çok emin bir ses tonu var bunları düşünürken.
Ve biz aslında hiç uzak olamayacağız,çünkü bizim en güzel anılarımız biziz.Bizi küçük ama milyonlarca fotoğraf karesi bağlıyor birbirimize.
Hepimizin başına iyi şeyler gelicek.Çünkü önümüz keşfedilmeyi bekleyen milyonlarca şeyle dolu.
Ve her şeyin içinde diğer bir güne ait bir giz, ya da deşifre edilmeyi bekleyen bir sürpriz var.
Bunu söylerken çok eminim.Koltuğun içinden ipodumun çıktığı gün en büyük kanıt buna.

17 Mart 2010 Çarşamba

~color my life with the chaos of trouble

Önceden üzülmediğin bir şeye sonradan sevinemezsin.
Bu işler böyle cicim,neyseki havalar ısınıyor

12 Mart 2010 Cuma

~harf çakmak

Saatlerce oturup çok hüzünlü bir şarı şarkıyı söylemek istiyorum.Sanki gözyaşlarım göz çukurlarımın arasına gizleniyor ve aslında ağlamaya ne kadar hevesli olduğumu benden saklıyorlar.
Ben eskiden böyle değildimle başlar çoğu cümle.Ben eskiden nasıldım bilmiyorum.Bİr şeyler değişiyor tabi ama ne.
İlk kez bomboş bir odayı mumlarla,fotoraflarla dolu renkli duvarlı bir odaya tercih ediyorum.
Unutmak istediğim şeyleri unutmak istiyor muyum,istemiyor muyum bilmiyorum.Bilmek de bir sözcük değil mi.Diğerleri gibi.Bunu bilmek beni teselli ediyor şu an.Sanırım başka şansım yok.
Çok büyük bir değişimin ortasında gibiyim ama aslında herşey burada eskisi gibi.
Ben hiç büyümek istemeyen bir çocuk,hemen büyümek isteyen bir ergendim.Şimdi hangi kategoriye dahilim bilmiyorum.
Bu yazdıklarımı kaç kişi okuyor ve okurken ne düşünüyor bilmiyorum.Çok uzun dakikaların içine hapsolmuş gibiyim.
Bir oturuşta bütün ırmakları izleyebilmek isterdim.Suya olan bu hayranlığım görmezden gelinecek bir şey değil.
bilgisayar ekranı yakılacak bir şey olsa şu an yakardım gerçekten.Hiç kendinizi Kafkaya yakın hissetmediniz mi.

4 Mart 2010 Perşembe

~cesur yeni dünya

''konuşur ama ses kimin sesi;
(...)
öyle dehşete kapıldı ki kişilik
aynı değildi artık benlik
tek mizacın çift adına
ne iki dendi ne bir.
güruha karıştı hepsi.''