13 Aralık 2010 Pazartesi

~kar bulutu vs. yıldız haritası

Şimdi şu klasik hikaye var ya:hani kaçan kovalanır hesabı.Ben buna başlarda inanmıyordum.Yani aşkın falan öyle inat uğruna yapılmayacak kadar değerli olduğunu savunan,çok damardan romantik düşüncelerim vardı. Yani hikayelerin çoğunu buna bağlıyordum ama ne yalan söyleyeyim daha önce bunu yaşadıklarımı buna bağlamak saçma geliyordu.Oysa gerçek hayatta insanların böyle şeyler geldiğini biliyordum.
Tabii bunun nedeni şu belki,herkesin iyi yaptığı,kimseye toz kondurmadığı şeyler vardır.İyi araba kullanmak,iyi resi çizmek,iyi futbol oynamak gibi.işte ben de sevmeyi iyi bildiğimi düşünüyorum. Ben en çok sevmeyi bilirim hayatta yani. Bu ben de bir burnu yukardalık,poposu havadalık yaratıyor olabilir.
Bi de şey var: aşkı-sevgiyi tümüyle olduğu gibi saklamadan yaşamak..Ben bu huyumu herkese böbürlene böbürlene anlatırım.
Şimdi aklıma kocaman şişen paranoya balonları yerleşirken işin içinde çıkamıyorum. Biliyorum iş bu kadar basit değil ama. Adı üstünde paranoya işte.
E sevdiğini saklamayan birinin kaçma olasılığı çok yoktur değil mi. E denklemde yerine koyunca da kaçmayana sevgi yok demek oluyor bu.Yani demek istediğim şu ki, onu sevdiğinizi bilen birinin sizi sevme olasılığı yok mudur. Ya da şöyle demek daha doğru sanırım, bir üşengeçlik ve bilginin tatlı güveni ve tabii bu bilginin güvenliğiyle karşınızdaki size daha özensiz davranıyor olabilir. Ve bu belki en küçük bir gerginliği büyük meseleler gibi yorumlayan benim gibi dibine kadar yengeç burcu olan insanlar da büyük paranoyalara sebep olabilir.(Yıldızlara inanmak güzel şey tabii) Haa bir de bunu paranoyayla gerçek arasında paylaştırmak sandığınızdan daha zor olabilir.
İşte bunu düşünüyorum.
Avrupa üzerinden gelen tüm kar bulutlarına selamlar olsun.

12 Aralık 2010 Pazar

~bercelona

E şimdi dışarda bu kadar kar varken,barcelona hakkında yazmak olmaz.
Di mi.

6 Aralık 2010 Pazartesi

~hız treni

Şimdi zaman çok çabuk geçiyor diyeceğim,bu kadar boşlamak için bahane olmayacak.Yani sevgilinizi bir ay boyunca aramayı unuttuğunuzu düşünün,sonra çıkıp 'e zaman çok çabuk geçiyor..' demek gerçek bir çözüm yolu ya da özür olmaz değil mi.
Olmaaz.
Bazen hayatınızı belirli kişiler ve olaylar üzerine kurarsınız.Bu garip cesaret nerden geliyor bilmiyorum. Gerçi eminim böyle gözü kara bir şey de sevginin,aşkın,tutukunun payı vardır...Ama hiçbir şeyin değişmeyeceğini umarak-daha doğrusu emin olarak-böyle bir hamle yapmayı göze almak delilik tabii.Bi de şöyle bir gerçek var ki,hiçbirimiz gerçekte zamanın nasıl geçeceğini bilmiyoruz.E ondan böyle küçük oyunlarla oyanlanmak akıl sağlının akıbetini sağlıyor olabilir. Bunların gerçek olduğu ayrımına varmadan tabi.
Şimdi bana yine saçmalıyor diyebilirsiniz ama dostlarım,bu sefer ne dediğimi biliyorum.En azından ne söylemek istediğimi biliyorum diyelim.(Şu bilmek ne ağır bir kelime değil mi!)
Küçükken Disneyland'de babam Space Mountain diye bir şeye binmek için çok heveslenmişti. Ama ben daha küçüktüm,ve karanlıkta bilmem kaç km hızla giden bir trene binmem annemin gözünde babamı şımarık ve deli yapmıştı.Sonra trenden indiğimizi hatırlıyorum.Ben sapasağlamdım ve ellerimi birbirine vuruyordum.Babam da yemyeşil suratını çimlere gömüp kusmaya başlamıştı.Ve son.
Şimdi ne alaka demeyin.Çok alakası var.
Böyle şeyleri hep yaşamıyor muyuz.Bize iyi geleceğini düşündüğümüz şeyler,bazen bizi diplere sürükleyebiliyor. Ya da tam tersi...
Ya da insanlara bakın.Bir gün çok sevdiğiniz,bir gün en çok şikayet ettiğiniz olabiliyor.Ya da tam tersi..
Peki neden buna katlanıyor insan.
eveeeet,güzel soru.
  1. çünkü zaman geçirmenin başka bir yolu yok ki-eğlence parkında hız trenine binmeyip ne yapacaksın.
  2. haa,bir de adı üzerinde hız treni.heyecanlı,karanlık,binmeyi arzuladğın bir şey.
öyle işte.öpücükler.

8 Kasım 2010 Pazartesi

~kelebek etkisi

Yaşamanyı hakkedenler,haketmeyenler...
Olmakla olmamak arasındaki ince çizgi nasıl huzursuz edebiliyor insanı.Bilir misin?
İnsan kendini açıklamak için neden uğraşır ki.Neyse o değil mi sonuçta.
Söz sanatları,tatlı kelimeler,uzun cümleler heyecanlandırıyor insanı tabii.
Hem şüphe hep çekici değil mi.Bu sefer de öyle işte.Hep öyle çünkü.
Peki yapacakların-sıfır-
çözebileceklerin-sıfır-
Neden biliyor musunuz?
Çünkü ortada bir sorun yok.
Birinin bana attığı kazığın bedelini yine ben ödüyorum.
Bir zamanlar olmasını istediklerinizin faturası hala size kesiliyor olabilir mi.
Yaşamadıklarınızın bedeli...
Biliyorum komik.
Ama sokak lambalaro gülemiyor tabii.

7 Kasım 2010 Pazar

~hciv-101

Yarın ki sınavlarım,şu an ki karın ağrım,genel muzurluğum ve dönemsel paranoyalarım birbirne karıştı şimdi.
Biraz durup düşünsem mi diyorum,sonra da 'amaan ne gerek var,fena değil şimdilik' diye düşünüyorum.
Bir de yarıda kesmesem her şeyi daha güzel olucak,ama insan ne istediğini bilemiyor tabii.
Bir de evde işler yoluna girse.Girecek tabii ama şimdilik karın ağrımı geçiremiyor bunu bilmek.
Rakun olsam her şey daha iyi olurdu mesela,hiç bunlar olmazdı.
Neyse ne.
Perşembe Parise gidiyorum.Sonunda!
Defneye vizesini verseler bir an önce.Sinsi bu Fransızlar.
Sinsi.

3 Kasım 2010 Çarşamba

~cuk

~atlas song

Geri dönsen,geri açsan,geri çiğnesen,geri konuşsan?
Aynı senaryo dostum.*

*bilsenneçokistiyorum

1 Kasım 2010 Pazartesi

~kuzey yakasının kötü cadısı

Haketmiyorum.Hiç haketmiyorum.
Bir gün gidicem bu evden.
Bazen bazı laflar saç tellerimi tek tek yoluyorlarmış gibi canımı yakıyor.
Yok yok-hem de hiç haketmiyorum.En uzağa gitmek istiyorum.
İçimdeki bu kalabalık bitsin istiyorum.Ağlamaktan sıkıldım.Gözlerimi ovalamaktan,kırmızı halkalar görür oldum etrafta.
O kadar kolay ki olsa gitmek.Soğuk kanlı olmak lazım.
Sakin sakin kapıyı kapatmak lazım.
Elbette bir yerde huzur bulurum,ona şüphem yok.
-neye var o zaman derler adama
Bu kadar yorulmak normal olmamalı.Bir iyilik meleğim yok inanıyorum.Ama dolunaya az kaldı.Taşlarım:yanımda olun.
Her şey tesadüf olabilir mi.Bilerek yapılmazlarsa evet.
Ama bu bilerek yapılan bir operasyon.Can yakmanın tuzlu tadı hoş gelir tabi.
Ah!Bilsen ne çok tiksiniyorum tüm bunlardan.
Kötü niyet tohumları her yerde.Tiksiniyorum.Hatta bazen gerçekten aklımı kaybediyorum.
En iyisi dostum-en iyisi.
Bırak,ne olacaksa olsun.Nedir ki korkutan seni.
Sinirlerime hakim olamıyorum ilk kez. Tuşlara hep daha hızlı basmak istiyorum.
Kalp kırmamanın cezası kalbinin kırılması olmazdı eğer sincap olsaydık biz.
Ah insanoğlu.Sen ne yavşak bir şeysin.

25 Ekim 2010 Pazartesi

~merdiven sesleri

Aslında yorgun değilim ama yorgunmuş gibi yapmak daha iyi sanırım.
Bazı şeyler için hiç yorgun değil,im mesela,bazı şeyler için asla uykusuz değilim ya da bazı şeyler için çoğu şeyi unutuyorum.
Aslında bu cümlede başka bir şeyden bahsedecektim ama olmadı.Benden ayrıldı.Böyle ifade edilmek istedi.Olsun.Biraz da siz gülünüz.
Neydi ya.Ne diyecektim?
Neyse,iyilik sağlık..

14 Ekim 2010 Perşembe

~kalecik karası

Aslında yazacak çok şey var tabii.
Ama başlayamıyor insan.Bu içimizdeki erteleme canavarının salyaları bir gün kökünden kurusa keşke.
Evet bu ay-hatta bu iki ay yazmaya epey bir ara vermişim.
-oysa elbette yazacak şeylerim oldu-
Ama yazmak istemedim.Bu ara çok boşluyorum. Kafam yerinde değil.
Tüm gün beklediğim tek şey, yeniden sabah olması,kampüste ayazın ortasında ilk sigaramı içerken Homesick i dinlemek.Bu kadar.
Aslında bazı şeyleri eksik hissediyorum,evet. Örnğin Defne. Bukle yapmasını sağlayan saç kremininin kokusunu özledim mesela.Ama yok o da değil.
Bir şey eksik ama ne.
Gerçi her şey burada değil mi.İhtiyacımız olan her şey. Bu arayışın anlamı ne bilmiyorum.
Meraklı olmak iyi ama, bir gün arayış da kendini tekrara döner mi acaba.
Bilmiyorum.
Sonra mesela sırf hırka giyerek dışarı çıkmayı özlüyorum. Tüm bu yünlü kazaklar ruhuma yapışıyor,beni ağırlaştırıyor.
Şimdi ne mi yapıyorum.Müzik dinliyorum.Moonlight Sonata.İngilizce dersinde öğrendim bu şarkıyı.
Yarın günlerden cuma. Şarap içme günü. Kutlanacak, uğruna kadeh kaldırılacak bir şeyler mutlaka bulunur.
E zaten her şey burada değil mi. İhtiyacım olan her şey..
Ne diye kaşınıyorsam-bir alemim vallahi.
duy beni kalecik karası~

10 Ekim 2010 Pazar

~uykusuz fransız kültür günleri

Ben hep aynı,ben hep burdayım.

7 Eylül 2010 Salı

~stars şiferesi ve diğerleri

Zaman çabuk geçsin istiyorum.Bu sefer olmuyor.
Neden hatırlatıyorsun ki kendini.

2 Eylül 2010 Perşembe

~tiger paws

Aklımda öyle bir sahne var ki,
O sahneye dönmek istiyorum.Bir şeyi değiştirmek için değil.Sadece yeniden yaşamak için.

Yine binalara bakıp öyle güleyim istiyorum.

Bazen olayları değiştirmek için yapabiliceğimiz şeyler olur.Ya da keşke şunu da yapsaydım belki böyle olmazdı dediğimiz..
Ama bu öyle bir durum ki,yapılacak her şeyi yaptıktan sonra insan ne için dilekte bulunabilir ki?

11 Ağustos 2010 Çarşamba

~the xx

İşin rasyonel kısmını çözebiliyor insan.Hatta kabulleniyor.
Ama duygusal kısmı öyle mi?
Ne çabuk yaralanıyor insan.

10 Ağustos 2010 Salı

~mor duvarlar

Yazın bu donuk dakikalarını sevmediğimi farkettim.Beni hiç bir şey oyalayamıyor.Nasıl hissettiğimi sürekli unutuyorum.Çok şey düşünüyorum ve hepsi solungaçlarımın üzerinde ufak keskin bıçak darbeleri yaratıyor.
Sancılı bir döneme giriyor gibiyim.Oysa beni buna sürükleyecek hiçbir şey olduğu yok.
Aslında hiçbir şey olduğu yok.
Birinden hoşlansam böyle olmazdı belki.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

~why do you let me stay

Buharlaşmak üzere olduğum şu dakikalar...
İnsanın zihni de yavaşlıyor böyle zamanlarda.Sıcak uyuşturuyor diyorlar ya doğru,hakikaten doğru.
Bugün bir anda farkettim ki,uzun zamandır alıştığım hiç bir şey artık eskisi gibi değil.Uzun zaman kavramım da bu son 4 ayı kastediyor tabii.Ama uzun zaman değil mi gerçekten?
Kendimi-nasıl desem-daha savunmasız hissediyorum.Gerçi hiçbir zaman savunma ya da kontrol delisi olmadım. Ama demek istediğim şey o da değil.
(Sahi ne demek istiyorum ki ben?)
Değişim konusunda bu kadar saplantlı olan bir zihine bile,bu kadar olay bu kadar az zamanda çok mu geldi.
Yok-yok bunların çoğunun olmasını zaten bekliyorduk.
Ama daha fazla değişmesin.En azından şimdilik.
Canım yine bu aralar yanmaya başladı.İlk domino taşı ne zaman devrildi bilmiyorum ama biraz ara versin istiyorum.
Kabul ediyorum heyecanlı.Ama tüm bu sıcak hava dalgasında yağmur damlaları daha değerli değil mi?
İşte öyle.

6 Ağustos 2010 Cuma

~süt kutusu

Biraz önce yatmaya hazırlanırken formspring im aniden benim hakkımda kötü düşünen bir insanın saldırısına uğradı,aslında tabii ki kim olduğunu-belki olduklarını tahmin edebiliyorum ama beni asıl düşündüren şey o değildi bu gece.
Nefret büyük bir kelime diyoruz ya,gerçekten öyle.
İnsan içindeki tüm duygu selini-ve hatta çok yoğun bir duygu seli bu,çok nadir gelen,insanı iliklerine kadar hissettiren-neden nefret gibi kötü huylu bir örümceğe harcar?
Hem de sevmek dururken?
Bir şeyi olduğu gibi kabul etmek süre gerektiren bir şey evet.Herkesin bunu yapmasını beklemek de gerçekçi olur tabi.Ama nefret insanı parçalarken durmak ne kadar zor değil mi.Bir nevi kendini yok etmek olmalı,yani bir başkası için kendini feda etmek gibi.
Hem bir başkası ne kadar benim dışımda olabilir?Biz hep birlikte değil miyiz?Bunu nasıl görmezden geliyor insanlar?
Sevmeyi öğrenememek...Tüm bunlar sevememekten.
Tabii benim mizah anlayışım birinde aniden cisimlenemez.O yüzden herkesin herkesi anlamasını beklemek mümkün değil.Hem de yanlış anlaşılmaktan cingar çıkartmayı pek mübah gören popüler kültür prangalarında.Ama sorun bu da olamaz...Çünkü insan ruhunu keşfetmek diye bir şey var,sonra barışmak ve sonra sevgi gelir.
Ve sevgiye bu kadar açken,onun yolunda ilerleyecekken 'şeyleri' kendine düşman edinmek...Vücudumuzu ruha bağlayan ince iplikçikleri yok etmek ve makinalaşmak bir nevi aslında.
Sonra durumları iyice düşünmeden tanıdığın birini hayatından çıkarmak,sevgilini süründürmek için geri dönmemek çıkıyor ortaya.Bunlar ruhu kirletiyor.
Tehlikeli.Çünkü dünyayı,insanları,kendini sevememek gelir sonrasında.Sonra gözlerini tüm renklere kapamak,huzursuz bir hayat sürmek,belli idrak kanallarının içine çıkamamak demek bu.
Bir insan bir insanı seviyorsa onun için her şeyi yapabilir.Çünkü sevgi yolunda feda edilmeyecek şey hemen hemen yoktur.
Ama kimse kimseden bağımsız değil ki.Bir bütün evrenin ruhu.İnsanlar,yıldızlar,masada ki süt kutusu..Ben delirmedim.Sadece bunları görebilecek kadar şanslı hissediyorum kendimi.Oysa süreç daha farklı işleyebilirdi.
Aslında bu yüzden ciddiyetimi koruyamıyorum,bu yüzden insanlar saçma sapan şeylerden bahsettiğimi,her şeyin fazlasıyla iyi tarafını gördüğümü,bazen de tutarsız olduğumu düşünüyor.
Ama zaten büyütecek ne var ki?Hem de her yanda farklı ruhlar ve sevmek varken?
I am he as you are he as you are me and we are all together diye boşuna mı demiş adam.
Bunu anlama sonra da ay biz Beatles ı çok seviyoruz,bıdı bıdı..
Bıdı bıdı.

29 Temmuz 2010 Perşembe

~les poupees russes

Hiç sönmeyen bir sigara olur mu?
İşte aynen öyle-bazı şeyler bira nda alevleniyor ve tabii sönüyor.
Bu işler böyle.
-
*Ankaranın havası değişiyor git gide.Ya da öyle olmak zorunda belki de.Bazı şeylere ancak böyle katlanabiliyoruz.
Zaman geçiyor.TikTak

11 Temmuz 2010 Pazar

~onsekiz

Güzel şeyler yaşadım evet.Aslına bir yerden sonra her şey birbirinin içine giriyor.İyi kötünün,güzel çirkinin içinde.Ve evet,tüm bunlar bir döngünün parçası gibi.
Yaş günümde neler hissediyorum tam emin değilim.Aslında çok güzel vakit geçirdim,beni çok seven çok tatlı insanlarla birlikteyim,ve belki kendimi biraz şanslı hissediyorum.
Aklım her zamanki gibi karışık.İyi tesadüflere güveniyorum.Ve peri tozu taşıyan kuşlar beni arada ziyaret ediyor gerçekten.Buna da inanıyorum.
Gözlerimi kapatıyorum,kalbimi temizliyorum,insanların gelip gitmesine izin veriyorum.Tesadüflere inanmak beni rahatlatıyor.Ve tabii sevgiye inanmak.Bir şeyleri severek başlıyor her şey gerçekten.
Bugüne kadar yaptıklarım,acemice ve düşünmeden yapılan anlık eylemler olmaktak öteye gitmedi hiç.Ama olsun.Çünkü biliyorum ki,bir eylem aslında nesnesiyle değil öznesiyle ilgilidir.Ve yapılan eylemler nesneden çok öznesini işaret eder.Bu yüzden,insanın kalbinden geçeni takip etmesi ve mantıklı cümlelerden uzak durması gerek.
Zaman zaten çok çabuk ilerliyor.
Ve insana kendini ve diğer her şeyi, sevmekten daha çok tanıtamıyor hiçbir şey.Evet,bu cümleyi defalarca okumak gerek.Hatta kocaman kartonlara yazmak gerek.
Buralarda bir yerdeyim,izliyorum,kalbimden geçenleri yapıyorum.Biliyorum ki bu hiç değişmeyecek,değil 18, 88 yaşına bastığımda bile.
Ve bu belki bir insana verebileceğim en iyi tavsiye.
Bilemiyorum.Hem heyecanlıyım,hem de bazı şeylerin hiç değişmeyeceğini biliyorum yeni bir yaşla.
Evet evet-bu olmalı.
Herşey sürekli değişiyor-fakat bazı şeyler hiç değişmiyor dostlarım.
İyi ki doğdun ben.

6 Temmuz 2010 Salı

~şımarık şeyler

Bir kaç gündür içimdeki kalem tutan canavarlar harekete geçmek istiyor,beni gıdıklıyor ama kafamdakileri toparlayamıyorum.Öyle bir taraflara,bu taraflara, o taraflara dağıldım ki,oyalanabileceğim hiç birşey yok sanki.
Bana ne oldu?
Aslında hiç bir şey.
Büyük bir trajedi ya da komedi filmi senaryosu küçük tatlı perilerle gelip hayatımı baştan aşağı değiştirse.
Bazen nefes alamıyorum diyorum.Ama sonra hemen geçiyor.
Bana ne oldu?
Şımarık küçük kızlar gibi davranıyorum.
Umut bir garip kelime.İnsanın içindek umut ışığı hiç sönmüyor.Sürünse bile.Hale tesadüfleri denk getirmeye çabalamıyor musunuz bazen?Oysa tesadüfler ve çabalamak çok farklı iki şey.Birbirine uymayan iki renk.
Tatile gitmek istemiyorum.Burada da kalmak gelmiyor içimden.Yeni insanlarla tanışmak bile üşendiriyor beni.Tekrar birinden hoşlanmak,kendini anlatmak ne zor iş.
Bir işaret,bir olay,bir şeyler olmalı bir yerlerde.
Kim bulup çıkaracak?

29 Haziran 2010 Salı

~fences

if not now,when?

25 Haziran 2010 Cuma

~şapkadan düşen tavşan

Bugün tüm bu Aşkı Memnu trafiği kanıma girdi ve düşündüm insanın sevince ne yapacağı hiç belli olmuyor.Şapkadan ne çıkar bilemiyorsun ki.Bir kadın bu yüzden nasıl suçlanır,ayıplanır anlamıyorum.Tüm bu insanlar kafayı yemiş.O öyle bir his ki, insan sadece bir kişinin yanında huzurlu oluyor-başka bir şey yokmuş gibi-kafanı başka hiç bir şey oyalayamıyor gibi-hiç rahat uyuyamayacakmışsın gibi-ne olursa olsun içindeki umut ışığı sönmeyecekmiş gibi.Siz hiç öyle hissetmediniz mi.Kalbinizi elinize alın bir yoklayın.
Ben de olsam aynısı yaparım-Tüm bunları hiç bir şey olmamış gibi izlemek ne kadar yakar insanın canını yahu.Koçumsun Bihter,yürü be.
Son bir şarkı daha dinler,yaprakların altında durur,tavşanlı geceliğimle yatmaya giderim o zaman.

24 Haziran 2010 Perşembe

~of moons,birds and monsters

Dokunabileceğim kadar yakın,erişemeyeceğim kadar uzak demiş ya adam,tam o hesap.

22 Haziran 2010 Salı

~küçükamazehirlişeyler

Az önce puantiyeli üstümle yürüyüşe çıkmıştım,yokuştan aşağı yürürken düşündüm bunları.
Tarihi hep kötü niyetli insanlar değiştiriyor.Ya da bizi.
Başımıza gelen kötü olaylar bizi daha çok etkilemiyor mu?Her şeyi güzel hatırlayabilmek bir yana hep kötü olayların tecrübe hazinelerimizi doldurmasına izin veriyoruz.Kin tutan,kök salan ve bizi çaktırmadan öldüren küçük zehirli ağaçlar var içimizde.
Örneğin yolda kaza yapma olasılığı hep araba ile akla gelen.Ama düşündüm mesela annem onlarca senedir araba kullanıyor ve daha hiç kaza yapmadı.Şu an bu örneği verirken bile bunu dillendirmekten korkuyorum,ama düşününce senelerdir her gün araba kullanan birinin hiç kaza yapmama olasılığı,yapma olasılığından daha düşük.Oysa demek ki hayatta her zaman matematik kazanmıyor.Küçük şekillerden ibaret değil demek ki şans dedikleri şey.
O zaman neden kötü şeylerin aklımıza gelmesine izin veriyoruz.Hem de bunun canımızı sıkacağını bile bile.Neden birini açmaz korkusuyla aramıyor ya da neden başına birşey gelecek korkusuyla sevdiğimiz bir kıyafeti giymeye tereddüt ediyoruz.Bu kadar temkinli olmak sürekli diken üstünde durmak kimin doğası?
Ne zaman eylemleri besleyininn yine eylemler değil de sonuçlar olduğuna karar verdik.Bu karar nasıl nefes aldırıyor ki bunca insana.
Hep kötü anılar değil mi insanları,ilişkileri,ülkeleri etkileyen.Oysa kötü şeylerin olma olasılığı iyi şeylerin olasılığından daha az.Ama zihindeki zehirli dikenler battıkça batıyor demek ki.
İyiye güvenmek,inanmak daha kolay oysa.Hem kötüyü de bu kadar abartmamak lazım.İnsan her gün yeni bir güne uyanıyor neyseki.İyi de kötü de bizler için değil mi.
Tüm bu laf kalabalıkları aklımda ordan oraya savruluyor benim~

~bob marley

21 Haziran 2010 Pazartesi

~beş ve katları

everything that you thought that you knew
so tiny that they blow away like dust

17 Haziran 2010 Perşembe

~daydream

işlerin böyle olacağını kim bilebilirdi

16 Haziran 2010 Çarşamba

~güm güm güm

Hepimiz ele tutuşup dua etsek,böyle ellerimizi birleştirip olmasını istediklerimizi gerçekten ama gerçekten-net-doğrudan-kalben-çok içten-taa derinlerden-güneşe bakarak gözlerimizin önünden geçirsek,daha sonra bir şarkı ve POF!
Tüm bu şeyler gerçek olsa.

15 Haziran 2010 Salı

~groovejet

Yaz gelince insan içten içe ısınıyor diye yazmıştım,işte o sıcaklık beni bütünüyle sarmış durumda.Anlık duygu sellerim var evet,ama nedense bu ara keyfimi hiç bir şey bozmuyor.Psikolojide aynı uyarıcıyla tekrar tekrar karşılaşan bireyin,aynı olaydan eskisi kadar çok etkilenemediği bilgisi vardır.Sanırım benim de başıma gelen bu,parmak uçlarım ve gözyaşı dokunaçlarım köreldi.
Kocaman uçsuz bucaksız çim alanlar,sıcaktan bunaltan turuncu kızgın güneş ve buzdan bira bardakları istiyorum.Ne çok istiyorum bilseniz.
Bu haftasonu One Love Festivaline de gidersem artık beni kimse tutamaz.Gerçi daha Orhan Asenanın eserlerini ezberlemem gerekiyor.Ama olsun,insan ölüm döşeğindeyken sınav saatlerini değil,bam bam konser alanlarını hatırlar heralde.
En azından ben öyle isterim.
Bir şeyleri ciddiye alma huyum git gide azalıyor sanki.Eskiden vereceğimi düşündüğüm tepkileri veremiyorum.Bir huzur bulutu örttü üstümü.Her şeyi,hepsini sevmek istiyorum.Ve bu yanlızlık bir şekilde bana iyi geliyor.Ne özgürüm.Her an kanatlarım çıkabilir çünkü sırtım kaşınıyor.
Bir şeyden korkmuyorum.Normanlar kana susamış savaşçılar olduğundan korku nedir bilmezlermiş:Ben de çiçeğe böceğe susadım sanki,sabahları kalkıp güneşin doğuşunu kutlamak istiyorum.
Bir yerlerde ormanda buluşsak bi ara fena mı olur canlarım.

14 Haziran 2010 Pazartesi

~iyi güzel de..


..benim canım neden acıyor.

9 Haziran 2010 Çarşamba

~haziran kimyası

Bu aralar bir garibim ya neyse.
Fotoğraf karelerini birbirine yapıştırıp kendime elbise yapmak istiyorum.Havanın hissi bacaklarımın üstünde dans ediyor.Ben de eşlik ediyorum.Az önce düşündüm: tam 12 gündür hiç pantolon giymedim.
Havanın ısınması insanın kalbini de ısıtıyor bir şekilde.Her şey etki tepki bayanlar.Gerçi ben soğuk sıcak dinlemeden bu kalp işlerini dramaya uydurmada çok başarılıyım.Ama ancak o zaman içim rahat ediyor,her şeyi dibine kadar yaşadığımı hissediyorum.Tabii işlerin gidişatına göre de yola devam etmek gerekiyorsa ancak böyle devam edebilme gücünü kendimde bulabiliyorum.
Çünkü aslında her an yeni bir şans yeni bir seçim demek.Ve aslında tüm bu seçimlerin bir sonraki günle,başka seçimlerle hiç ilgisi yok.Tabi bu süregelen olanların birbirlerine görünmez fakat sihirli örümcek ağlarıyla gizli gizli bağlandığını inkar etmek değil,o düğümler kendi kendine oluşuyor zaten,ve olayları teker teker önümüze tekrar tekrar getiriyor: seçmek için.Yine de her sabah yeni bir güne uyandığımızı unutmamak lazım.
-binlerce olasılık için de ben-
Çoğu insan bu gerilimi sinir bozucu bulabilir.Ama her zaman her şeyi bu kadar ciddiye almamak lazım.Kalbin peşiden gitmek lazım.Hangisi daha sinir bozucu ki?İsteklerin-istemediklerin karşı karşıya.Ve sorumluluk hafif bir kelime evrendeki sonsuz olasılıklar için.Korkmaya ne gerek var.
Öyle değil mi?

~ohm x 2

7 Haziran 2010 Pazartesi

~pazartesi sendromu

~ıslak apartmanlar

Sevmekten daha anaç bir kelime olabilir.
Sevgiden başka ne daha baskın olabilir ki insanın kafasında.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

~ohm

istediklerim ve istemediklerim resmen oyun oynuyor aralarında,beyaz ve zenci çocuklar gibi.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

~mon cherie

sıfıra sıfır elde var sıfır.
zaman biraz yardımcı olsa bari.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

~zihni temiz tutma yolları

Bazı şeyler vardır, olmayacağını ve bize iyi gelmeyeceğini bilsek bile peşinden koşarız, çünkü yorulmanın tadı daha güzel gelir.
(tatlı yorgunluk dedikleri şey vardır ya)
İnsan hep huzurlu ve mutlu, dertsiz tasasız olduğu günlerin hayalini kurarken yakalar kendini.Evet.Ama o günlere ulaşınca ne olur?Aksiyonu,huzursuzluğu bu kadar seviyor muyuz gerçekten.Neden.
İşte bu yüzden insan gittiği yeri değil yolu sever.Hatta palmiyelerle dolu olan yollar değil, dikenli makiliklerdir bizi çağıran.Ve bu yüzden kendimizi kötü hissetmeye hiç gerek yok belkide...
Bazen kendimi tanıyamıyorum.İsteklerim beni korkutuyor ama önüne geçemiyorum.Bu anı yaşama saplantısı kafamı hepten süpürmeye yetiyor.Önüme bir anda nedensiz yere çıkan kapıları kapatmak istemiyorum.Zaten mutlaka nedensellik ve mutlak rastlantısallık hemen hemen aynı şey.Tam da bu yüzden.Süregelen olayları kabul etmek,olanı olduğu gibi yaşamak benim için daha huzur verici sanırım.
Derdim karmaşık olmak,anlaşılmaz olmak,şüpheden gelen bir cazibe takınmak değil ki...Kalbim ne isterse onu yapmak istiyorum.Biliyorum ki bu yol beni asla rahatsız etmeyecek.
Olaylar olur,olaylar biter...Beklemediğiniz anlar,olmayacak şeyler başımıza gelecektir.
Olaylar olur,olaylar biter...Tahmin ettiklerimiz başımıza gelecektir.
Olaylar olur,olaylar biter...Başa çıkabilmek için,bu basit mantığı zihne serpiştirmek gerek.
-
O an ne istiyorsa onu yapmalı insan.Kalben istediklerimiz yanlış olabilir mi hiç.
Ah kelebek ah.Şu an bu satırları okuyorsan bil ki yalnız değilsin.

21 Mayıs 2010 Cuma

~daha fazla mor ve ötesi

~
hayat bizi/büyüttüğü gibi/budayabilir de/yaramız toprağın içinde

18 Mayıs 2010 Salı

~yanlış sesler

Her şey çok çabuk olmakta,bitmekte.
O yağmurlu akşamüstü,radyo açıkken,o köprünün üstünde farketmek gerek.

16 Mayıs 2010 Pazar

~arka bahçe

Aslında kendimi soğuk kanlı bir katil gibi hissettim evden kaçarken.
Çantamı hazırlarken ellerim titremedi hiç.Ve bam.5 gün çabuk geçti dostlarım,ama değişen hiç bir şey yok.
Bazen bazı şeylerin bir gecede,bir saatte,bir anda değişebildiğini gördükten sonra bazı şeylerin hiç değişmemesi canımı sıkıyor.
Öfkeli değilim.Ama tüm bunları yaşamak istemiyorum.

11 Mayıs 2010 Salı

~çocuklar ve hayvanlar

buseferyanlızcaçocuklarıalın.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

~beyoğlu çikolatası

bir kalp en fazla kaç dil konuşabilir.
ne olucak bu halimiz.

9 Mayıs 2010 Pazar

~ıslak çatı

Bugün kocaman gri yağmur bulutlarına bakıp düşündüm de: ne istediğimden korkuyorum.
bir işaret.bir işaret.bir işaret.

7 Mayıs 2010 Cuma

~genç wertherin acıları

Aslında bir şeyler yazasım var gerçekten.Ama kafamın her bir tarafında farklı renkli balonlar farklı taraflara uçuşmakta,ve zihnimin içindeki kedilerin örgün yumaklarıyla birbirlerine karışmakta.
Bu 3 gün içinde çok yoruldum gerçekten.Ve öyle bir duygu karmaşasına ait oldum ki kendimi tanıyamıyorum.Bir an her şeyi-çok sevdiğim puantiyeli fularımıı dahi-bırakıp internetten aldığım biletle ugandaya kaçmak istiyorum.(Uganda bir şey işaret etmiyor gerçekten,bilinçaltı,haha)
(Kendime not:Bilinçaltı can acıtıcı olabiliyor bazen)
Sanki kelimelerimi tükettim ve kendim yeni bir dil keşfedene kadar susmak düşünmek istiyorum,ki aslında düşünecek çok şey de yok.Sadece hızlı geçiyor hayat.İnsan bazen oturup düşünmek istemez mi.
Ya o değil de insan kalbe göre karar almalı.Anı yaşamak o değil mi.
Goethe, Genç Wertherin Acılarında beyni ve kalbi kıyaslarken demiş ki: '.... benim bildiklerimi herkes bilebilir.Ama kalbim öyle mi.Kalbimdir yanlızca bana ait olan'
Bazı şeyler oluyor bitiyor bazen işte.Çok da kötü hissetmemek lazım.Zaman mekan dinlemiyor ki tesadüfler.

2 Mayıs 2010 Pazar

~kalorifer peteği üzerine düşünceler

Bir adam demiş ki biz insanları değil onların kalitelerini severiz...
Bir zamanlar bunun üstünde niye bu kadar düşündüm bilmiyorum.Tamamen zırvalık,palavra.
Ve bu kalite işi sonunda hep çuvallıyor...
Biz insanları severiz,öyle oldukları için,o oldukları için.
Ve böyle maskelere hiç gerek yok aslında.
Yüksek sesle söylemeli seviyorum nedensiz diye.

29 Nisan 2010 Perşembe

~ha

bu garip alışkanlık

26 Nisan 2010 Pazartesi

~praktica

Ah.
Bir gün aklımdan ve kalbimden geçenleri çözebilsem ne güzel olacak.İnsan büyük konuşmamalı çünkü tam da o büyük konuşmalar gelip beklemediği anlarda çelme takıyor insana.Bu tanrının bir çeşit eğlencesi olmalı.Ama ne yalan söyleyim ben de aynısı yapardım.
Mesela bugünlerde hava çok güzel ve öss e hazırlanmamak için ruhumu satmaya hazırım.Yok yok fena değil aslında,ama küçük bir zaman dondurucusuna hayır demezdim.Kabul edin:basit,işlevsel,eğlenceli.
Bir sürü siyah beyaz fotoğraf bastırmak istiyorum ama hiç param yok.Acaba odamdan kaldırdığım saçma bibloları birileri almak ister mi.Zaten annemin bu eşya hevesi sayesinde birilerinin evi gizli gizli boşaltması şart.
Ayrıca bahçeye japon ağaçları aldık.Saatlerce bahçede durup izlemek istiyor insan.
Bazen saat tik tak larını merdivenlerden çıkan yabancı biri sanıyorum ve geceleri korkuyorum.Bu yüzden yorganımı başıma kadar çekip ve ona sımsıkı sarılarak uyuyorum.
Tüm bunlar zihnimi meşgul etmemek için.Zaten kızılderililer aklın doluyken yorulmak iyidir demişler.Benimde daha çok yorulmam gerek. Daha çok,daha çok.Belki böylece dudaklarımdan son dileğim yani gerçek dileğim usulca kaçar,hani susuzluktan ölüyormuşum da son hecelerimi su istemek için biriktiriyormuşum gibi.

21 Nisan 2010 Çarşamba

~satya

Bugün bir ağaç yol kenarında o kadar güzel açmıştı ki,kendimi tutamadım,gittim öptüm.
-----
Şiir yazmak istiyorum.
Hem insanın kokusu hiç değişmiyor.

15 Nisan 2010 Perşembe

~space maker

buriskialmalımıalmamalımı

7 Nisan 2010 Çarşamba

~greenhornes

...when you hear the chiling sound
of a midnight train to another town
and desperately you want a ride...

6 Nisan 2010 Salı

5 Nisan 2010 Pazartesi

~tüy kalem

Çok sıkılıyorum.
Sanki yapıcak bir işim yokmuş gibi.
Kendime oyalanacak yeni şeyler yaratmak istitiyorum sanki.Bazen kendi davranışlarıma ben bile anlam veremiyorum.Neyi niçin yaptığımın ayrımı iyice koybolmuş durumda.Bazen bazı şeyleri,sırf yapmış olmak için yapıyorum hatta,ki bunları insanlara yansıtmak ve onlardan anlayış beklemek pek de gerçekçi olmaz.Ben olsam anlayış gösterirdim tabi ama bireyselliğin seçiçi tavrına karşı boynumuz kıldan ince.
Mesela şu an bu yazı.Neden yazıyorum bilmiyorum aslında söylemek için deli olduğum hiç bir şey yok.Ama ne garip ki her ÖSS'e çalışan kişinin karşısına gelen paragraf sorusunda Sait Faik'in dediği gibi yazmasam deliricektim.
Bir ara gelin de çay içelim,annem yeni benekli fincanlar aldı.

29 Mart 2010 Pazartesi

~wonderland,wanderland

Evet yapacak çok işim var.Ve kendi kendimi huzursuz etmek gibi müthiş bir yeteneğim var doğru.
Bazen tüm bunları bırakıp sadece merdivenlerden gelen ayak seslerine bakıp gelen kişinin kim olduğunu tahmin etmekten büyük keyif alıyorum.
Ya da senelerdir kola içmeme rağmen Greasedeki gibi dondurmalı,vişneli kola içmenin hayaliyle ayakta tutyorum kendimi midem bulansa da.
Ya da annemlerin Avustralya gittiği o nisan ayını,şehirdeki sık tablolu evimizde kendi kendime güldüğüm güzel,yalnız günleri özlüyorum.İnsan kalabalıktan tiksiniyor gerçekten.Hele Kızılay gibi,bir sürü amaçsız bedenin ruhlarının ırzına geçtiği saçma bir kalabalığa girmek yoruyor,köreltiyor solungaçlarımı.
Hem benim stresli olmamın öğütlendiği bir ay bu ay.Bezginliğim ikinci planda kalmalı.Öyleyse neden heyecanlı değilim ben.Bir yerlerde bir terslik olabilir; ama belki de yoktur.
Ocakta her gün vişne suyu içerdim.Şimdi o bile beni oyalamaya yetmiyor sanki.Yine de vişne suyunun berrak bordosuna hayranız elbette.Umarım öldüğüm gün saç tellerimden havaya yükleselecek ruhum da en az o kadar büyüleyici bir renkte olur.Ki iddia ediyorum benim ruhum küçük ama sık çiçek desenleriyle bezeli olacak.
Bu şehirden sıkıldım.Ve kalmak için bir nedenim var mı diye düşünmeden edemiyorum.Kendimi insanlara açıklamaktan yoruldum.Hele bir de değer verdiğim insanlara bu açıklamayı yapmak bu kadar zor oluyorsa bir şeyler sandığım gibi değildir demektir.Olsun.Böyle şeylere alıştım nasıl olsa.
Ve aslında bilseniz ben garip bir kız değilim o kadar da.Kendinizi benim yerime koyun bir kez,deneyin.
Ah burdan seslenince beni kimse duymuyor.Belki de o yüzden buralardan seslenmek işime geliyordur.Bazen biraz da karşımdakiler benim işim kolaylaştırsın istiyorum.Oysa kocaman egolarına benden daha çok değer veriyorlardır.
Gitmek diyordum ya,gitmek güzel olurdu.Böyle güneşin battığı ama ortalığın aydınlık olduğu bir yaz akşamı usulca gitmek isterdim bu şehirden.Lise anılarımı Tunalı Hilmiye gömüp,Seğmenler Parkında son bir kez Save Tonight'ı söyledikten sonra.Ankarayı neden sevmez insanlar.Ankara sözünde durur.
Arkamdan ağlayanlar asla kaybetmek istemeyeceklerim olurdu eminim.Onların gözyaşı da gerçek bir ayrılığı çağrıştırmadığından çok yaralamazdı beni.Bir şeylere alışmak ne garip.
Bazı insanlara verdiğim değerler, bazen bana dönmedi sanırım.Ama olsun hiç birimiz kolay şeyler yaşamıyoruz.kötü bir tesadüftür bazen bizi birbirimizden ayıran.Tüm bunları kaldırabilirim.Her zaman kaldırdım.Bu hayatı kaldırabilmenin bir yolu çünkü.Hem sevmek nesnesini değil,öznesini ilgilendiren bir eylem değil mi.Nesnesi bahanesidir demiş Özer Bal.
Bu geçen yılları düşünüyorum hep.Ve aklıma bir çok insanla,bir çok yerde,bir sürü fotoraf karesi geliyor.Güzel günler kötü günlere karşı.Ama kötü günler geçti artık.Demek ki iyi hatırlanabiliyor her şey.
Ağzımın iyi laf yaptığını söylerler.Oysa ben yazdıklarımı ben hariç kimsenin tamamen anlayabileceğini sanmıyorum.Öyle çok çağrışım var ki.Bazen ben bile unutuyorum.Bu kapalı anlatım hastalığı ve sembolizmden kurtulmalıyım sanırım.
Bir başka yerde,bir başkasıyla,bir başka zaman-hım.
Bakalım olacak mı?

18 Mart 2010 Perşembe

~gazeteci kız

Zamanın hzılı geçtiğine daha çok inandığım bu günlerde,ki zamanın geçmediği günler oldu gerçekten,kendimi odama kapayım müzik bile dinleyemediğim ergenlik dönemlerimi hatırladıkça yaşamadığım hiç bir şeyin boşu boşuna olmadığını anlıyorum.
Ben aslında hiç bir zaman çevremde çok insan olmasını istemedim.Hatta sekizinci sınıfta odamda tek başıma kendim gibi birilerini bulamadığım ve hayatımın sonuna kadar yanlız kalacağım düşüncesiyle bağıra bağıra ağladığım günleri hatırlıyorum.
Ama daha sonra evren bana çok güzel günler,çok sevdiğim insanlar yolladı şeffaf hediye paketleri içinde. Fark edemediğim şeyleri görmüştüm. Ve beni aslında en çok üzen şeyler beni incecik hayatlet solungaçlarıyla başka insanların hayatına bağladı. Ve bu bağdan gerçekten çok memnunum.
İnsanları olduğu gibi kabul etmek göründüğü kadar basit değil aslında.Ama olsun bir yerlerden başlıyor öğrenmeye insan.Ve bunun hediyesiydi aslında bunca güzel şeyi en sevdiğim insanlarla yaşamak.
Şimdi düşünüce-biliyorum bu yaşta birisi için bunları söylemek erken ama kendinden emin ve şüphesiz bir ses tonuna sahip bunları düşünürken zihnim-en güzel anılarımı hep en çok istediğim insanlarla yaşadım ben.Bu bazen deniz kenarındaki bir eve gelip güneşi selamlamak oldu,bazen de bir kalorifer peteğine yaslanıp sabaha kadar sohber etmek,ya da kalp çarpınıtlarımın ağzımdan fışkırdığı bir akşam.Ama güzel günler geçirdik ben,biz.
Her an birilerinin doğduğu,öldüğü,bir şeyler yaptığı böyle bir dünyaya her gün uyanmak bize değişimlerin kaçınılmaz olduğunu öğretiyor elbette.Ama biliyor musunuz,bazen düşünyorum,bazen hiç değişmiyor bazı şeyler.Örneğin benim ilk aşkım hala aynı kişi,ya da güzel bir akşamı hatırlatan silinidr bir yastık duruyor dolabımda.Bir gün annem sorarsa nsıl açıklama yapıcam bilmiyorum,ama o hala orda değişmiyor hiç.
Ve o güzel günler de değişmeyecek hiç kalacak öyle hep.Ve o özel insanlar benim ruhuma bir gökkuşağı mesajı kadar yakınlar aslında.Ve onlar değişmeyecek.
Biliyorum.Nasıl böyle eminsin diye sormayın.Biliyorum işte.Ve onlar da biliyor bunu.Onlarında zihninde çok emin bir ses tonu var bunları düşünürken.
Ve biz aslında hiç uzak olamayacağız,çünkü bizim en güzel anılarımız biziz.Bizi küçük ama milyonlarca fotoğraf karesi bağlıyor birbirimize.
Hepimizin başına iyi şeyler gelicek.Çünkü önümüz keşfedilmeyi bekleyen milyonlarca şeyle dolu.
Ve her şeyin içinde diğer bir güne ait bir giz, ya da deşifre edilmeyi bekleyen bir sürpriz var.
Bunu söylerken çok eminim.Koltuğun içinden ipodumun çıktığı gün en büyük kanıt buna.

17 Mart 2010 Çarşamba

~color my life with the chaos of trouble

Önceden üzülmediğin bir şeye sonradan sevinemezsin.
Bu işler böyle cicim,neyseki havalar ısınıyor

12 Mart 2010 Cuma

~harf çakmak

Saatlerce oturup çok hüzünlü bir şarı şarkıyı söylemek istiyorum.Sanki gözyaşlarım göz çukurlarımın arasına gizleniyor ve aslında ağlamaya ne kadar hevesli olduğumu benden saklıyorlar.
Ben eskiden böyle değildimle başlar çoğu cümle.Ben eskiden nasıldım bilmiyorum.Bİr şeyler değişiyor tabi ama ne.
İlk kez bomboş bir odayı mumlarla,fotoraflarla dolu renkli duvarlı bir odaya tercih ediyorum.
Unutmak istediğim şeyleri unutmak istiyor muyum,istemiyor muyum bilmiyorum.Bilmek de bir sözcük değil mi.Diğerleri gibi.Bunu bilmek beni teselli ediyor şu an.Sanırım başka şansım yok.
Çok büyük bir değişimin ortasında gibiyim ama aslında herşey burada eskisi gibi.
Ben hiç büyümek istemeyen bir çocuk,hemen büyümek isteyen bir ergendim.Şimdi hangi kategoriye dahilim bilmiyorum.
Bu yazdıklarımı kaç kişi okuyor ve okurken ne düşünüyor bilmiyorum.Çok uzun dakikaların içine hapsolmuş gibiyim.
Bir oturuşta bütün ırmakları izleyebilmek isterdim.Suya olan bu hayranlığım görmezden gelinecek bir şey değil.
bilgisayar ekranı yakılacak bir şey olsa şu an yakardım gerçekten.Hiç kendinizi Kafkaya yakın hissetmediniz mi.

4 Mart 2010 Perşembe

~cesur yeni dünya

''konuşur ama ses kimin sesi;
(...)
öyle dehşete kapıldı ki kişilik
aynı değildi artık benlik
tek mizacın çift adına
ne iki dendi ne bir.
güruha karıştı hepsi.''

12 Şubat 2010 Cuma

~writer's block

Uzun zamandır aklıma yazacak bir şeyler gelmiyor sanırım. Oysa zihnim bıdı bıdı konuşup beni rahat bırakmazdı.Şimdi de bana küstü sanmayın.Bu gelecek kaygısı dedikleri bizi biraz uyuşturdu bayanlar baylar,sanki renklere karşı bile tepki veremiyorum artık.
Kendimi seneye binlerce birbirinden farklı fotoğraf karesi içinde görmekteyim.Ve neyi seçeceğimi bilmiyorum.Tek istediğim ben elma ağaçlı bahçemizin üzerinde uykuya dalarken, iyi tesadüflerin ruhumu nir yerlere kavuşturması.
Ve pof.
Artık bir şey için endişelenmek zorunda değilim.

10 Şubat 2010 Çarşamba

25 Ocak 2010 Pazartesi

~bugün


~balıklar

Su altında yaşamak garip olabilirdi.
ve daha huzurlu.
Aslında gözlerimi kapattığımda suyun altında uyanabilmek isterdim,hatta suyun altında nefes alabilmeyi çok isterdim.
İnsan sessizliği anlayamıyor aslında.Şu an dinliyorum ve hiç bir ses yok.
Ama bu benim insanca kulaklarımın bir yanılgısı.
Dışardı kaç milyon insan konuşuyor aslında.Ve tüm kelimeleri teninizde sessizce dolaşıyor.
Hiç düşünmediniz mi neden ten yıpranır yaşlandıkça?

22 Ocak 2010 Cuma

~persona

var gibi olmak değil,var olmak

21 Ocak 2010 Perşembe

~we’ll set something ablaze




durunca daha rahat
ama kabul ediyorum insan dönmeyi özlüyor.

18 Ocak 2010 Pazartesi

~parampampam

Bazen bir şişeye bile o kadar bağlanıyorum ki.
Aslında eşyalara bulaşmamak elde değil.Ne kadar hatırlarsan o kadar derinden vuruyorlar seni.Ve işte öyle zamanlarda her yer çilek kokuyor.

11 Ocak 2010 Pazartesi

~mavi kedi

Bir an önce kar yağsa da böyle geceleri altında yürüyüp kendimizi kaybetsek.Hem o turuncu sokak lambalarından da olsa. Hatta tam bir Cat Power Şarkısı olur o an o zaman.
Ve insan öyle zamanlarda az sonra yaşayağı kocaman bir olayla tüm hayatının değişeceğini zannediyor.
Ve her şeyi bir kaç günlüğüne beyaza boyamak güzel olurdu,kabul edin.

10 Ocak 2010 Pazar

~göz kapağı,kirpik ve çay

Bir an için,bir daha asla yutkunamayacağımı zannetmiştim.Boğaz ağrısı dayanılmaz geliyordu.Ama şimdi sanki bütün bu olanları 6 dakika önce yaşamamış gibiyim.Nasıl da değiştim hemen.Zaten hep öyle olmuyor mu?
Aslında kendimizi evrende tek sanarken,her sürecin,her şeyin birbirinin içinde yine birbirini izlemesi ne garip.Eğer biri kağıtlardan kafasını kaldırıp,bunu farkederse gülmeden duramayacaktır.Biraz rahatlamak fena olmaz.
Bu sabah televizyonda dünyanın 4 mil ışık yılı uzağından çekilmiş bir fotorafını gösterdiler.Ve o kocaman küre,bütün yaşadıklarımız şundan büyük gözükmüyordu: .

9 Ocak 2010 Cumartesi

~dadaist cam küre

Formlarımı dolduruyorum.Küçük ve büyük harflaerine dikkat ederek.Her şeyi adamlar nasıl belirtmişse öyle yapıyorum.Tabi sonradan başım ağrımasın diye.
Baş ağrısı tanrının en güçlü silahı sanırım.Aslında tanrının garip icatları var.Tek tek renkleri nasıl bulmuş bilmiyorum-hatta eminim hayatı boyunca hiç boyama yapmamıştır-
hah.
İçimdekileri tam olarak takip edebilsem.Ne kadar hızlı konuşuyorum.Oysa öyle yorgunum ki.Boydan boya laciverte boyalı bir odada yatmak ne güzel olurdu.Sonra uyanıp kahve içerdik birlikte.Küçük kuşlara.Ki çay da fena fikir değil.
Birbirinden bağımsız kelimelere ve aslında birlikte yaptıkları sihirli görünmez ağa her geçen gün daha çok hayran oluyorum.
Kelimeler yetse söyleyeceklerime bir gün ara verirdim.Oysa ara verme Zeynep,kalemlerin bile daha soğumadı.Aslında her şeyin,hepsinin içinde biraz da ben varım.
Ben bulaşıyorum.
Tüm evrene.
Her gün yavaş yavaş.

1 Ocak 2010 Cuma

~bir ocak iki bin on

Aslında düşününce dün akşam ölebilirdim. Kalbim hiç o kadar hızlı atmamıştı. Sanki güm güm atan bir kalbi yutmuş gibiydim. Ve kalbim bir yukarı bir aşağı kemiklerimin arasından gıdıklaya gıdıklaya akıyordu.
Bu sene umarım tarihi iki bin dokuz diye atmamaya daha çabuk alışırım. Normalde buna alışmam Mayısı buluyor...
Ne kadar yorgunum. Ve kafamda küçük adamlar dans ediyor sanki. Uyumaya da üşeniyorum.
Tüm iki bin on böyle yorgun geçmese bari.