25 Ocak 2010 Pazartesi

~bugün


~balıklar

Su altında yaşamak garip olabilirdi.
ve daha huzurlu.
Aslında gözlerimi kapattığımda suyun altında uyanabilmek isterdim,hatta suyun altında nefes alabilmeyi çok isterdim.
İnsan sessizliği anlayamıyor aslında.Şu an dinliyorum ve hiç bir ses yok.
Ama bu benim insanca kulaklarımın bir yanılgısı.
Dışardı kaç milyon insan konuşuyor aslında.Ve tüm kelimeleri teninizde sessizce dolaşıyor.
Hiç düşünmediniz mi neden ten yıpranır yaşlandıkça?

22 Ocak 2010 Cuma

~persona

var gibi olmak değil,var olmak

21 Ocak 2010 Perşembe

~we’ll set something ablaze




durunca daha rahat
ama kabul ediyorum insan dönmeyi özlüyor.

18 Ocak 2010 Pazartesi

~parampampam

Bazen bir şişeye bile o kadar bağlanıyorum ki.
Aslında eşyalara bulaşmamak elde değil.Ne kadar hatırlarsan o kadar derinden vuruyorlar seni.Ve işte öyle zamanlarda her yer çilek kokuyor.

11 Ocak 2010 Pazartesi

~mavi kedi

Bir an önce kar yağsa da böyle geceleri altında yürüyüp kendimizi kaybetsek.Hem o turuncu sokak lambalarından da olsa. Hatta tam bir Cat Power Şarkısı olur o an o zaman.
Ve insan öyle zamanlarda az sonra yaşayağı kocaman bir olayla tüm hayatının değişeceğini zannediyor.
Ve her şeyi bir kaç günlüğüne beyaza boyamak güzel olurdu,kabul edin.

10 Ocak 2010 Pazar

~göz kapağı,kirpik ve çay

Bir an için,bir daha asla yutkunamayacağımı zannetmiştim.Boğaz ağrısı dayanılmaz geliyordu.Ama şimdi sanki bütün bu olanları 6 dakika önce yaşamamış gibiyim.Nasıl da değiştim hemen.Zaten hep öyle olmuyor mu?
Aslında kendimizi evrende tek sanarken,her sürecin,her şeyin birbirinin içinde yine birbirini izlemesi ne garip.Eğer biri kağıtlardan kafasını kaldırıp,bunu farkederse gülmeden duramayacaktır.Biraz rahatlamak fena olmaz.
Bu sabah televizyonda dünyanın 4 mil ışık yılı uzağından çekilmiş bir fotorafını gösterdiler.Ve o kocaman küre,bütün yaşadıklarımız şundan büyük gözükmüyordu: .

9 Ocak 2010 Cumartesi

~dadaist cam küre

Formlarımı dolduruyorum.Küçük ve büyük harflaerine dikkat ederek.Her şeyi adamlar nasıl belirtmişse öyle yapıyorum.Tabi sonradan başım ağrımasın diye.
Baş ağrısı tanrının en güçlü silahı sanırım.Aslında tanrının garip icatları var.Tek tek renkleri nasıl bulmuş bilmiyorum-hatta eminim hayatı boyunca hiç boyama yapmamıştır-
hah.
İçimdekileri tam olarak takip edebilsem.Ne kadar hızlı konuşuyorum.Oysa öyle yorgunum ki.Boydan boya laciverte boyalı bir odada yatmak ne güzel olurdu.Sonra uyanıp kahve içerdik birlikte.Küçük kuşlara.Ki çay da fena fikir değil.
Birbirinden bağımsız kelimelere ve aslında birlikte yaptıkları sihirli görünmez ağa her geçen gün daha çok hayran oluyorum.
Kelimeler yetse söyleyeceklerime bir gün ara verirdim.Oysa ara verme Zeynep,kalemlerin bile daha soğumadı.Aslında her şeyin,hepsinin içinde biraz da ben varım.
Ben bulaşıyorum.
Tüm evrene.
Her gün yavaş yavaş.

1 Ocak 2010 Cuma

~bir ocak iki bin on

Aslında düşününce dün akşam ölebilirdim. Kalbim hiç o kadar hızlı atmamıştı. Sanki güm güm atan bir kalbi yutmuş gibiydim. Ve kalbim bir yukarı bir aşağı kemiklerimin arasından gıdıklaya gıdıklaya akıyordu.
Bu sene umarım tarihi iki bin dokuz diye atmamaya daha çabuk alışırım. Normalde buna alışmam Mayısı buluyor...
Ne kadar yorgunum. Ve kafamda küçük adamlar dans ediyor sanki. Uyumaya da üşeniyorum.
Tüm iki bin on böyle yorgun geçmese bari.