24 Şubat 2009 Salı

~''çok anlık diyorum, çok anlık oldu hepsi...''

Evet,bu sevimsiz şubat ayını biraz kaç tipsiz otoban şeridi ve belki biraz temiz hava-büyük nefes uzaklığında ve güvencesinde bitirmeye yaklaşırken aklıma dank etti.Bu kadar karışık olmasına gerek yok!Ne bu süslü sözler.Oh gidiyorum.
İnanın tüm demek istediğim bu!
Aslında çok daha fazlası var geldiği yerde!
Ama yoruldum.Bişey boğucak beni.Bilmiyorsunuz arkanızda.Orda sessizce yaklaşıyor.
Bahçe hortumu boğmuş adamı.Bulaşık makinesi kadının yüzüne temiz tabakları tükürmüş.Sanki ben söyleyene kadar bilmiyordunuz!İşte öyle benim huzursuzluğum.Hepinizin görmeyi unuttuğu şey!Reddettiği!Huzursuz ve nedensiz üzgün olmanın nesi kötü?
Eşyalar küçük toz taneleri gibi boğazımda.Yapışan bırakmayan acımasız beynin kodlamaları!
Hatırlatmaya-hatırlamaya bayılır zihin.En çok da ben üzülürken.
Tren raylarını görmeli insan!Nasıl rahatlar başka türlü?Sanki kendimi hep rahatsız ediyorum keyfim yerindeyken.Ne saçma sapan şeyler kuruyorum kafamda aslında.
Ama Sinem hanımın dediği gibi ''çok anlık diyorum,çok anlık oldu hepsi.''
Beni nasıl suçlayacaksınız?


23 Şubat 2009 Pazartesi

~hapşu

Hastayım ve evde ne yapıcağımı bilmeden dolaşıp portakal suyu içiyorum.Sabah dünyanın en kötü filmini izledim.Malesef onunla dalga geçmek bile beni yeterince oyalayamadı.
Karın yağmış olması beni çok mutlu ederdi.Ama şimdi bir sürü gereksiz şey hatırlatıyor bana.Sanki yeterince heyecanlanamıyorum artık.Oysa hiç gerek yoktu.Neden ben farkında olmadan beynim eşyaları,kişileri ya da olayları kodluyor?Neden kar'ı olduğu gibi hatırlayamıyorum?
Kendimi yastığımla boğabilirim.(hem de üstünde küçük sarı benekler olanla)Çok sıkıldım.Artık kendimi oyalayamıyorum sanki.Bir gün için okula gitmemek beni mutlu eder sanıyordum ama anladım ki okula gitmeyince okula gitmemenin bir anlamı yokmuş!Tıpkı tatilde tatile gitmenin insanı daha çok yorması gibi.Bilmiyorum!İnanın bilmiyorum.
Aslında keyfim yerinde.ama nedense bi yanım bugün hep telaşlı!Diken üstünde!Sanki bugün hayatımı kökünden ve tümüyle etkileyecek bir olay olucakmış gibi.Babam bir anda gelip Avustralyaya taşınacağımızı söylemek için kapıda bekliyor gibi.Şu anki hayatımı sevmiyor değilim ama bazen aynı şeyleri yapmaya ve aynı insanları görmeye kendimi çok kaptırıp ir şeyleri kaçırıcakmışım gibi hissediyorum.Tabii bunlar sadece birer his.Diğerleri gibi.Bazen aklıma o kadar çok şey o kadar hızlı geliyor ve geçiyor ki, anlattığım şeyin başını unutuyor ve tamamen farklı bir 'zihin yumağa' karışmaya başlamışım gibi geliyor.Baş dönmelerimin bir nedeni de bu!
Ne istediğimi bilmiyorum.Bundan sonrası ve hatta bundan öncesi için bile neyi dilediğimi hatırlayamıyorum.Sürüklenerek gitmek güzel.En azından huzurlu.(sanırım)Her anı bir karar olarak gören insanlar var.(Aslından onları ne kadar suçalayabilirim ki?)Acaba hedeflerimize ulaşmayı gerçekten istiyor muyuz?Tam da o noktaya varmayı!O noktaya ulaşmak,o eğleneceli arayış/ulaşma süresinin ve her şeyin sonu değil midir?Her şeyin sonu! Bunu size anlatamam.Ama belki Dostoyevski beni kurtarır:
''Saygıdeğer karıncalar yapı işine karınca yuvasıyla başlayıp hala öyle sürdürmele olumlu davranış adına büyük bir onur kazandırmışlarıdr.Gelgeç gönüllü,tutarsız bir yaratık olan insanoğlu ise,belki de satranç oyuncuları gibi hedefi değil,hedefe giden yolu sever.Kimbilir belki insanın yöneldiği tek hedef,hedefini elde etmek için harcadığı sürekli çabadır,başka bir deyişle yaşamın kendisidir.''bknz:Yeraltından Notlar
Eskiden beri kitap okumak beni garip hissettirir.Kötü anlamda değil.Okumayı çok severim.Ama sanki okuduklarım ölü adamların yıllar öncesinden bıraktıkları vasiyet gibi gelir.(Kitapçılar bu yüzden mezarlıklar gibi sessiz sanırım)Dostoyevski bunları yazarken benimle taşıcağını hiç bilmiyordu.Oysa ben şu an tam burada,ekranın önünde oturup, seneler önce yazdıklarını onunla ve herkesle tekarar paylaşıyorum. Demek istediğim ne inanılmaz!Ne garip bir tecrübe!
Solan çuha çiçeklerimin ardından kendime 2 küçük kaktüs fidesi aldım. Evet belki daha dayanıklılar ama onlarla yakınlaşmama asla izin vermiyorlar.2 gün de bir suluyorum o kadar.'Sana ihtiyacımız yok' diye şarkı söyleyebilirler bıraksam.

20 Şubat 2009 Cuma

~acceleration

Bu aralar zamanın çabuk geçebilme yeteneğine sahip olduğuna daha çok inanmaya başladım.Öyle kumarbaz ki,günün bitmesinin huzur mu yoksa yorgunluk mu getirdiğine karar veremiyorum.
Zihnim tam bi karnaval. Bir filmde hayatlarımızın ve davranışlarımızın ne kadar hassas ve birbiriyle iç içe olduğundan bahsediyodu kırmızı elbiseli kadın.Farkında olmadan kim bilir kaç kişiyi,hangi anı,hangi enerjiyi,boyutu,iletişimi etkiliyoruz?(Ve kaçınılmaz olarak etkileniyoruz tabii).Başımıza gelen şeyler yüzünden tepkisel davranışlarımızın esiri oluyoruz!Bu ruhun kendi özel savunma mekanizması oluşturmasının yeni yolu.Böylece ortada ben kalmıyorum!Öyle değil mi?Deneyimler ve anıların beni dolaylı yönden yönetiyor olması ne korkunç!Bir gün diğerinden ne kadar bağımsız olabilir?Yarın nasıl davranacağıma bugünden karar verebilmek iyi bir şey olmamalı!Olay unutma kabiliyetimizi pohpohlamak değil.Unutmak kendiliğinden olmalı.Her deneyim tabi ki farklı bir yolculuk, ama öğrendiklerimin beni değiştirmesini istemiyorum.Evet, ben her şeyi deneyimlemek ama hiç bir şey öğrenmemek istiyorum.
Şu an alabileceğim bir kararın önümüzdeki 67 yılı bile etkileyebilicek olması dehşete düşürücü.Bu karar alma fiilini kim icat etti bilmiyorum.Karar almanın özgürlükle ilgisi olduğunu söylüyor televizyon.Oysa mesela elma yemeye karar verince armut yeme özgürlüğünü kaybediyorum.Kim nasıl her şeyi bu hale getirebildi anlamıyorum.

17 Şubat 2009 Salı

~uykusuz,huzursuz ve bulanık

Bu aralar evde huzursuz huzursuz dolaşmakta olduğumu kimse anlayamasın diye kendimi odama kapatıp, klavyenin çıkardığı 'tık tık' sesiyle kafamı meşgul etmekte olduğumu farkettim az önce. (ki ben hep saman kağıt kokusu tercih etmişimdir). Neden bilmiyorum.. Aslında yazmak için duramadığım,aklımı kurcalayan ya da bugün birdenbire keşfedip heyecanlandığım hiçbir şey yoktu.Böyle yeni bir şeyi ne zaman farketsem kendi kendime gülümser, hatta zihnimin bir yerlerinde kendimi kutlamak için yeni bir renk icat ettiğimi düşünürüm. Bir hediye gibi yani.. Öylesine bir renk..Renkler konusunda eskiden beri çözemediğim bir saplantım var! Hepsinin mevcut olduğuna kendimi bir türlü inandırmak istemiyorum.
Örneğin geçen cumartesi yeni bir şey farkettiğimi/deneyimlediğimi sanıyorum.Eve geç geldim ve hemen yatıp uyumak istedim. Başım içtiğim bi kaç bira yüzünden dönüyordu. Yatağıma yattım ve hemen uyudum. tahminimce 15 dakika sonra koridordaki bir ses yüzünden uyandım. Gözlerimi açtığımda her yer karanlıktı. Sonra karşımda dolabımı gördüm. Orda olduğuna şaşırdım. Gerçekten ordaydı. Gözlerimi tekrar kapadım ve açtım. Hala orda duruyordu. Bir şeyi kanıtlamak istercesine daha hızlı bu yaptıklarımı tekrarlıyım durdum ve hala ordaydı. ne inanılmaz diye düşündüğümü hatırlıyorum. senelerdir orda duran basit ve sade dolabım... Sanki ilk kez bana kendini gösteriyordu. Oyun gibi yani... O daha güçlüydü ve kararlıydı ve bütündü ve havalıydı ve dürüsttü ve tam oradaydı! Onu ancak bu akşam tanıyabilmişim gibi hissettim. Sonra gülümsedim,daha sonra ne yaptığımı hatırlamıyorum...Bu bir yolculuktu. Eşyaların sihirli dünyasına tren yolculuğu gibi. Bir deneyim-nasıl denir ki-biriyle tanışmak gibiydi. Sanki onu daha önce hiç farketmemişim gibi...Hayran olma ya da şaşkınlık duygumu kaybettiğimi düşünmek bile midemi bulandırıyor. Bütün bunlara alışmak istemiyorum. Öte yandan ne istediğimi de bilmiyorum. Bence herkesin yanıldığı yer tam burası. Ne istemediğimizi bilmemiz,ne istediğimizi bilmemizi belirleyemez~O akşam ki muhtemelen Sartre ın 'Bulantı'sının bir etkisiydi. Sartre dan uzak duramıyor insan...
Bazen kafamın karışmasını bile seviyorum. Madam Bovarynin de dediği gibi sarsılmak beni eğlendiriyor bazen.
Fotoraf çekmeyi çok özledim. Özlediğim bir kaç şey daha var aslında. Neden yelkovana ayak uydurmakta zorlanıyorum hiç bilmiyorum. her şeye rağmen bu sevimsiz şubat ayında kafamı dağıtmak için bir kaç 'tık tık' sesi bulduğuma seviniyorum!