27 Şubat 2011 Pazar

~black swan

İçimde bir kara kuğu var tabii ama,
-yani herkeste nasıl oluyorsa,herkeste olan gibi bir kara kuğu-
ve eğer dışarı çıkmasını engelliyorsam, daha hassas daha kırılgan olduğumdan değil bence.
Yani kara kuğu da beyazın bir koluysa eğer,çünkü beyaz kuğu siyah kuğunun ve hatta diğer tüm renkteki kuğular birbirinin başka bir kolu olduğuna göre, kara kuğuyu dışarı çıkarma kolaylığı beyazı çıkarmanın kolaylığına eşit olmalı. Yani kara kuğu aslında beyaz kuğu, yani istersek beyaz kuğu yerine siyahı oynamak kolay düşününce,e zaten böyle olmasaydı kötülük kolay iş olmasaydı yani, yeryüzünden silinip gitmez miydi. Her gün binlerce kişi siyah kuğuyu oynamayı seçmiyor mu dünyada?
Yani o yüzden kimse beyaz kuğuya güçsüz, siyaha güçlü demesin, aralarındaki fark sıfatlarda değil, seçimlerde..
Ve bize seçimlerin temelinde sevgi olduğuna göre, demek ki, beyaza ya da siyaha dönüşmek-dönüştürmek sevginin elinde...
Yani demek istediğim gözleri açmak gerek, eğer karşınınzdakinin beyaz-siyah dönüşümünü yapamadığını, çünkü güçsüzhassaskırılganriskalmaktankaçınan biri olduğunu düşünüyorsanız, hem şanslı hem de aptalsınız. Çünkü karşınızda duran hem yürekli, hem de sevgiye inanan ve sizinle paylaşan bir insandır.
Yolun tüylerimi teker teker.

14 Şubat 2011 Pazartesi

~on dört şubat falan

Merhaba, ben blogun takendisiyim ve tüm bunları Zeynepten gizli yazıyorum.Düşündüm ki bir blogun sevgilisi okuyanlarıdır.O nedenle burayı okuyan bazıları için(hatta 3 sadece kişi olduğunu bilerek) küçük bir kutlama yapmanın iyi olacağını düşündüm.
Öncelikle Aslıya, sahibimin defterlerinin arasına yazdığını küçük ingilizce şiirle bugün tesadüfen bulup yüzünü güldürdüğü için,
Sonra Defneye, hep güzel kokan buklelerini özlediğimiz ve sevginin sabırla büyüdüğünü unutmaması için,
Bir de Sineme, buluşma noktasında bizim ona hep kal diyeceğimizi hatırlaması için...
Sevgililer gününüz kutlu olsun dostlar.

4 Şubat 2011 Cuma

~let the sunshine in

Şu an yatağımın üzerinde oturuyorum ve saçlarım ıslak. Bir de odamdan içeri penceremin dikdörtgen çerçevesinde şekillenmiş bir parça dikdörtgen güneş ışığı içeri giriyor. Müzik setinde de Hair'ın soundtracki var ve benim için hiç eskimiyor.
Aslında uzun zamandır yazmak için bir sürü bahanem var, fakat insan bazen kendi derdine düşüp, kendini de unutabiliyor. Bunu bir yerlere not edin cicim.
Ancak şimdi burda oturuyorum ve sırayla tuşlara basıyorum, sinüzit(?) sahibi biri olarak ve saçlarım hala ıslakken, çünkü bu dikdörtgen ışık kapsülü gözüme çok güzel göründü.
Güneşe olan saplantım yüzünden mi, yoksa ışık yüzü görmemenin alışkanlığınddan mı bilmiyorum ama beni buraya geri döndüren şeyin bir parça ışık-güneş olması yeterince romantik. Bu nedenle beni,yengeci yeterince tatmin ediyor.
Sonra düşünmeden edemiyorum, bir insana ışık getiren, kendini kötü hissettiği vakit onu tekrar ayağa kaldıran nedir diye..
Aşk iyi bir cevap. Ama ya aşk yüzünden kötü hissetmekse? Yani karlı bir günde Converse giyip düşen birine yine gidip Converse hediye etmezsiniz değil mi?
Bu güç içimize nerden geliyor bilmiyorum. Ya da ne kadar çabuk yerleşiyor? Ya da çabuk unutuyoruz çünkü her şey gibi belki bunu da hakkını vererek yaşayamıyoruz.
Oysa hep iyi olmayı, ilerlemeyi kendine yakıştırır insan. Öyleyse neden kötü hissedince bir dolu şey yeterli gelmiyor insana.
Örneğin bugün, o dikdörtgeni görmesem beni buraya yazmaya ne ikna edebilirdi ki.