24 Temmuz 2009 Cuma

~noktasiz klavyeli yer

Evet,kendimi oyaliyorum.Bir seylerden kactigim yok.
Zaten 'orada olan orada kalmiyor'.Ama ne garip ki burada olanlar hep burada,uzakta,denizin otesinde kalacak.
Hem orasi ya da burasi ne farkeder?Insan ic sesinden kacabilr mi?-hem de ic sesi diger butun seslerden daha baskinsa!-
Uzakta olmanin hissini seviyorum.Ama tabi bu tatil uzun degil.Geri donucem bir kac gun sonra.Hem burada bile bazen oyle komik seyler karsima cikiyor ki kendi halime guluyorum.Birisi sanki ozellikle kafami mesgul etmek istiyor.Birisi beni uzaktan izleyip dalga geciyor.Ama sorun degil,onu kendi silahiyla avlayacagim bir gun.
Buradan kendime renkli kalemler aldim.Renkleri gormek,onlari yanimda tasimak beni rahatlatiyor.

11 Temmuz 2009 Cumartesi

~onyedi

Evet,doğum günlerine,yılbaşı kutlamalarına ya da para basmak için üretilen diğer günlere gerçekten inanmıyorum doğru.Aslında doğum günü kutlaması fikri hoş olabilirdi.Evrene gelmenin yıldönümü gibi...Ama insan zamanda ilerlediğini sanmak istediği için icat ediyor böyle şeyleri.Her şeyi sayılarla açıklıyoruz ya.Ne aç gözlü şu sayılar.
Bunları bilsem de demek ki televizyon o kadar derinlerde bir yere bazı tohumlar atmış ki, insan kendi doğum gününde bir şeyler yazmaya mecbur hissediyor kendini.
Ayrıca itiraf ediyorum, birilerinin arayıp kutlaması insana iyi de geliyor.Hem doğum gününün insana verdiği garip ve görünmez sadece hissedilebilir bir gücü var.Sanki o gün ne yapsam herkes beni affedecek gibi.Dün Tunalıda yürüyordum.Bir anda koşup bütün vitrinleri kırsam insanlar önce şaşıracak, ancak daha sonra doğum günüm olduğunu öğrendiklerinde hafifçe gülümseyip yollarına devam edeceklermiş gibi geldi.Garip evet.
Kendimi daha farklı hissetmiyorum.Tabi değişimin her türlüsü güzel.Bu da sıradan bir gün işte.Zaten hepsi birer sayı.
Ama sanırım onyedi kötü bir sayı değil.En azından onaltıyla aynı uzunlukta,her ikisi de altı rakam.Hem bir eksik,bir fazla ne farkeder değil mi?
Neler hissediyorum,neler öğrendim ve neler yaptım bunları hemen hatırlayamıyor insan.Bendekilerin çoğu anlık.Hem ihtiyacım olduğunda hemen orda deneyimlerim aklıma geliveriyor.Yeterince yardım alıyorum.
William Shedd diye zeki bir adam şey demiş,
"A ship is safe in harbor... But that's not what ships are for''
Sanırım dersimi aldım.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

~detaylar ve diğer açıklanamayan şeyler

Bugün buz gibi soğuk bir bardak akşamüstü tam boynumda,ses tellerimin oraya bir yere değdi.Büyüleyici bir andı.
Aslında yazacağım daha çok şey vardı.
Ama unuttum.
Yok,yok kağıt kalem lazım bana.

~muggle hassasiyeti

Biliyorum, uzun zamandır yazmıyorum.Yazmayı bırakmış falan değilm.Sadece bu ara küçük, siyah,saman sayfalı defterime daha çok vakit ayırıyorum.Bu ara el yazımı sık sık görmek ve sadece kendimle konuşmak hatta şarkı söylemek bana daha iyi geliyor.
Bu akşam defterimi şehirdeki evimizde unuttuğum için yeni odamdan bir şeyler yazmak iyi olur diye düşündüm.Tabi buraya yazabileceklerimin bir sınırı var.O kadar da yakınımda olmanızı istemem.
Aslında insanın hayatındaki değişiklikler-ne kadar büyük olursa olsun- onu yalnızca bir kaç gün oyalayabiliyor.Tabi bu kötü bir şey değil.Bizim kaçtıklarımızı bilinçaltı bir şekilde zihnin bulanık suyunda balık tutar bir anda yakalıyor.Sanki içimde hem kendimi kandırmaya hem de gerçekleri gözüme sokan iki farklı kişi var.
Ve ayrıca taşınmak insan hayatında büyük bir değişiklik değil ki.Somut bir hareket.Sabahları okula gitmek için de hareket ediyorum.Ama hayır,soyut değişimlerden korktuğundan basit ve zavallı somut şeylerle kafasını meşgul ve kendini teselli etmeli insan.Bu bir tür 'hissetmek istememe' hastalığı sanırım.Bir gün tüm o insanları, o çok korktukları 'açıklanamayan şeyler' ve 'soyut değişim' kavanozunun içine koyup kapatıcam,nelerden korkmaları gerektiğini bir daha düşünsünler diye.
Böyle şeyler yazarken ''onlar'' zamirini kullanmak hoşuma gidiyor.
Her neyse Angorada akşamları yürüyüş yapmayı sevdim.Gerçi etrafta, saat erkense, spor yapmak için yirmi adım yürüyüp, ay ışığını kaçıran insanlar oluyor.Böyle olduğunu bilmek oldukça can sıkıcı.Ki ben gökyüzüne hayranım,bu ona yapılan bir ihanet gibi geliyor..Bir gün yalnızca benim kullanabileceğim bir gökyüzü falan satın alıcam şeytandan, ruhumu satıp.
Ayrıca yürürken etraf o kadar sessiz ki.Gerçi sürekli müzik dinliyorum.Diğer insanlar bir şey duymuyor tabi.Bu yeni bir şey değil ki.Harry Potter ın 3. filminde şöyle bi diyalog vardı.
-Peki ya Mugglelar?Onlar bizi göremiyor mu?
-Mugglelar mı?Onlar hiç bir şey görmez.Ancak kollarına çatal batırırsan hissedeler!
Yürürken Angorayla ilgili şunu da sevdiğimi farkettim.Artık biraz daha deneyimli olduğumdan yürürken evleri tanıyorum.Zaten bütün evler birbirine benziyor.Ancak ne zaman istesem farklı ve hiç tanımadığım bir sokağa dönebilme gücüne sahibim.Ve ordaki evler de daha önce gördüklerime benziyor olucak.Fakat aynısı değil...Sanki hem kaybolmuşum, hem de tanıdık yerlere ait bazı görüntüler görüyorum.Bu bana kedimle ilgili çok ipucu veriyor.
Zihnim yine çok karışık.Yine nasıl hissettiğime karar veremiyorum.Ve bu güzel çatı katı bile beni yatıştırmaktan ve sakinleştirmekten öteye gidemiyor.Böyle olması da hoşuma gidiyor aslında.Zihnimde kaybolmak istiyorum,bu beni eğlendiriyor ve ancak böyleyken kendim için iyi bir şeyler yaptığımı tüm kalbimle hissedebiliyorum.
Angoranın sokak adları çok karmaşık.İstediğim zaman kaybolabiliyorum ve bunu bile bile severek yürüyüşe çıkıyorum.Bi daha ki sefere yağmur bulutlarını da yakalayacağım.